1) Türkiye’de sokakta yaşayan hayvanlarla ilgili durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Lale Akıncı: Sokak hayvanlarının durumu maalesef oldukça içler acısı. Bazı bölgelerde, bu hayvanların “her şeye rağmen” biraz daha şanslı olduklarını kabul etsek de, bu durum genel itibarıyla çok küçük bir orana tekabül etmektedir. “Her şeye rağmen” ifadesini kullanmamın sebebi, bu hayvanların karnı tok olsa da, hastalık durumunda tedavi edilebilseler de, kısırlaştırıldıkları takdirde bile, sokakta yaşam mücadelesi veren hayvanlar için tehlikelerin oldukça fazla olmasıdır. İnsanların umursamazlığı sonucu birçok hayvan trafik kazalarına kurban gitmekte, sözlü tehditlerle korkutulmakta veya fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Dolayısıyla, sokaktaki hayvanların hürriyetinin çok göreceli bir kavram olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Sokakta hayvanların bulunmaması gerektiği görüşü doğrultusunda, sokak köpekleri, belediyeler tarafından ya ormanlara ya da barınaklara gönderilmektedir. Her iki seçenek de, sokak hayvanları için sokaklardan daha kötü durumları temsil etmektedir. Ormanın “doğal yaşam alanı” olduğu söylenemez. Köpekler orada ot ve odunla mı beslenmelidir? Barınaklarda ise sonlarının ne olacağını bilemiyoruz. Hangi barınak, büyük şehirlerden topladığı tüm köpekleri sürekli besleyebilir ki? Bir mahalleden toplanıp barınakta kısa bir süre kaldıktan sonra başka yerlerdeki sokaklara bırakılanlar, yaşam hakları elinden alınanlar için maalesef hiçbir şey yapamıyoruz.
2) Birçok hayvan acımasızca öldürülüyor, cinayete kurban gidiyor. Bunun arkasında sizce ne yatıyor?
Lale Akıncı: Acımasızlık, genellikle ruhen sefil bir çocukluk ve gençlik döneminden kaynaklanmaktadır. Bu duruma eklenebilecek birçok farklı etken de mevcut, ancak bir soruna çözüm bulabilmem için o sorunun kök nedenlerini görebilmem gerekmektedir. Maalesef, bozuk yapılı kişilere yardım etme şansımız yok.
3) Türkiye’deki sokak hayvanlarının maruz kaldığı olumsuzluklarla nasıl mücadele edilir? Hayvan hakları konusunda Türkiye nerede?
Lale Akıncı: Sokakta yaşayan hayvanların temel yaşam ihtiyaçları, aç kalmamaları, kaza ve hastalık durumlarında gerekli tıbbi desteği almaları sağlandıktan sonra, kısırlaştırma uygulamaları ile çoğalmalarının önüne geçmek gerekir. Onlara gerçek anlamda nitelikli bir yaşam sunabilmemiz, sayılarının ciddi oranda azalmasına bağlıdır.
Aynı zamanda, bu mücadele sürerken, devletin sadece ticari kaygılarla yürütülen hayvan üretimini kontrol altına almak için hiçbir önlem almaması, sokak hayvanları için emek verenleri akıntıya karşı kürek çeker duruma getirmekte ve bu da bir bezginlik yaratmaktadır. Ancak hayvanların sevgisi o kadar büyüktür ki, her seferinde yeniden azimle “işe devam” edebilmekteyiz.
Dünyada hayvan hakları denilince, medeni sayılan ve sokaklarında hayvan görünmeyen ülkeler kastediliyorsa, bu durumda sahiplenilmeyen hayvanların belli bir süre sonunda uyutulması veya özel barınaklarda, devletin hayvan başına belirli bir miktar ödeme yaparak, küçük alanlara daha fazla hayvan tıkıştırması ve aç bırakılan köpeklerden mi bahsedelim? Avrupa’da sokak hayvanları katliamı 1900’lerin başında gerçekleşmiş ve sonrasında bizim kültürümüze aykırı uygulamalar gelişmiştir. Bu açıdan, durumumuz aslında oradan daha vahimdir. Ayrıca, o ülkelerde sahipli hayvanların terk edilmesini önlemek için çip uygulamaları yaygınlaşmaktadır ve bu, bir an önce bizde de yapılması gereken bir önlemdir. Bu uygulama, sahipli hayvanların, bir gün sahipsiz hayvan statüsüne geçmesini engelleyecek en önemli faktördür. Umarım bir gün, sokakta rastlayacağımız bir köpeğe “bu nedir” gözüyle bakan bir toplum olmayız.
4) Sizce dostlarımıza yardım etmek için neler yapabiliriz?
Lale Akıncı: Bir başka deyişle, siz bana kendi mahallemizde sokak hayvanlarına yaşam desteği vermek amacıyla kurduğumuz Patidaş’ın hedeflerini soruyorsunuz. Bu soruya hem hayvanlara doğrudan yardım etme yolları hem de toplumun yaklaşımını nasıl değiştirebileceğimiz açısından yanıt vermek istiyorum.
Sokakta aç hayvan kalmaması, hasta ve yaralıların tedavi edilmesi önceliklerimiz arasında yer alıyor. Ancak kısırlaştırma, aslında en önde gelen amacımızdır. Sokaktaki hayvan sayısını azaltmak ve sokakta doğanların yaşama şansını artırmak için mücadele eden anne köpekler ve bunun sonucunda çoğu ölen yavrular, tam bir sefalet tablosudur. İdealimiz onları yuva sahibi yapabilmek olsa da, bunun sevincini çok sık yaşayamadığımız da bir gerçek.
Toplumun sokak hayvanlarına bakışı ise, kayda değer olumlu gelişmelere rağmen, sıklıkla şaşkınlık, ardından kızgınlık, öfke ve nihayetinde infial yaratacak boyutlara ulaşabilmektedir. Kendilerine hiçbir zararı dokunmayan hayvanları “pis” diye sokaklarında görmek istemeyenler, mama ve su kaplarını sürekli çöpe atarak onları aç ve susuz bırakma yoluna gitmektedirler. Bilfiil hayvanlara fiziksel şiddet uygulayanlar ve daha birçok kötülük, sokak hayvanlarının yaşamını tehdit eden eylemlerden sadece birkaçıdır.
Ayrıca, mahallede yaşanan en ufak bir sorunda “barınak” dememeyi öğrenmeleri gerekiyor; çünkü barınak, aslında çok ayrı ve acı bir tablo sergiliyor. Belediyelerin yeterince denetim görmemesi nedeniyle birçok barınak işletmesi son derece kötü ve hatta facia bir durumda. Hayvanların yeterince beslenmemeleri, açlıktan birbirlerine saldırmaları ve toplama aracı olarak çöp kamyonlarında canlı canlı pres edilmeleri, bu vahşi eylemlerin temelinde hayvanı bir canlı değil, imhası gereken bir mal olarak gören zihniyetler yatmaktadır. Sarıyer Belediyesi ile ortak çalışmamız sonucunda sokak hayvanlarına yaklaşımlarının oldukça olumlu olduğunu, bu açıdan şanslı bir bölgede yaşadığımızı söyleyebilirim.
Sonuç olarak, toplumumuzun bilgilendirilme ve bilinçlendirilme ihtiyacı son derece acildir. Sokak hayvanlarının rahata ermesi için ele alınması gereken en önemli nokta budur.
5) Sokak hayvanları için bireysel bilinçlendirme ve çocuklarımızı bu yönde bilgilendirmek adına neler yapabiliriz?
Lale Akıncı: Çocuk eğitimi aile içinde başladığı için, öncelikle ebeveynlerin bilinçlenmesi sağlanmalıdır. Bir anne veya baba, sokak köpeğini gördüğü anda bağırarak çocuğunu çekiştirmeye başlarsa, o çocuğun sokak hayvanlarına bakış açısını değiştirmek çok zor olacaktır. Aile içinde alınamayan eğitimin okul sürecinde tamamlanması için, okulda farklı yaş gruplarına uygun görsellerle desteklenen seminerler düzenlemek, belgeseller izletmek ve çocuklara sokak hayvanları ile ilgili küçük sorumluluklar vermek, onlara doğru karşılaşma yöntemlerini öğretmek gibi projeler geliştirilebilir. Burada en önemli nokta, çocuklarda bu bilgilerin sürekliliğini sağlamaktır. Yılda bir gün bu konuyu işlemekle kalıcı bir farkındalık oluşturulamaz.
6) Sosyal medyanın hayatımızdaki yeri ile beraber bu mecralarda paylaşılan çeşitli barınak ve sokak hayvanları ile ilgili yardım çağrıları büyük dikkat çekiyor. Sizce bu paylaşımların hayvan haklarını korumada bir etkisi var mı?
Lale Akıncı: Sosyal medyada olayların haber olarak sunulması gerekir ki, toplum hayvanlarla ilgili gerçekleri öğrensin ve bu faciaların bir daha yaşanmaması için adım atılmaya başlansın. Ancak, vahşet görüntülerinin videolar yoluyla sunulmasına karşıyım. Bu tür kötü paylaşımlar, sosyal medya aracılığıyla çalışmalarımızı takip eden, zaman zaman destek veren sosyal ağımızın zayıflamasına neden oluyor. Sosyal medyada insanın tüylerini ürperten görüntüler, “ah’lar ve vah’lar” ve hiçbir yere ulaşmayan çığlıklar, hayvan haklarını sağlamamızda maalesef yardımcı olmuyor.
7) 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü’nün önemi nedir?
Lale Akıncı: Hayvan haklarını sağlamak ve geliştirmek için bazı sivil toplum kuruluşları ve belli başlı şehirlerin barolarının bünyesinde kurulan Hayvan Hakları Komisyonları, yıl boyunca bu amaca yönelik çalışmalar yapmaktadır. Ancak, yılda bir gün toplumun geneline duyurulacak olumlu veya olumsuz gelişmeler, sevgi aşılayamasa bile bazı bireylerde farkındalık yaratacaktır. Bu nedenle, 4 Ekim, özellikle sokak hayvanları için kutlanması gereken değerli bir gündür.
8) Hayvan hak ve özgürlükleri konusunda ne tür düzenleme ve çalışmalar yapılmalıdır?
Lale Akıncı: Bu sorunuz oldukça önemli ve aynı zamanda cevabı detay isteyen bir soru. Tüm ayrıntılara girmek oldukça uzun olacağı için, çözümün temel hareket noktalarına değinmek istiyorum:
- Hayvanlar mal değildir.
- Hayvanlar birer canlıdır.
- Onlar bize hizmet için yeryüzüne gönderilmemişlerdir.
Hayvanlar, tıpkı çocuklar ve yaşlılar gibi toplumun koruması altında olmalı; her birey gibi yaşama hakkına, beslenme ve sağlık desteği alma hakkına sahip olmalıdırlar. Hayvanların ve doğanın dilini çözdüğümüz ve onlarla bu evreni paylaştığımız gün, tüm canlıların sorunlarını da çözmüş olacağız. Ütopik de olsa, bunu hedefleyerek ilerleyenler, çabalayanlar yanlış yapmazlar.
Hayvan Hakları Yasası’nın da bu doğrultuda şekillendirileceğini umarak, bu yazıyı hazırlarken mecliste yasanın yakın gelecekte oylamaya sunulmaması için gerekli önergenin verildiği haberini aldık. Üzüntümüz büyük, çünkü yasa çıkmadıkça bireysel çalışmalarımızın sonuçları maalesef çok sınırlı kalmaktadır.
Yasanın çıkmasını beklerken, toplumda farkındalık yaratmak ve hayvan sevgisini geliştirmek amacıyla, bizleri kabul eden okullarda seminerler düzenliyoruz. Yukarıda da belirttiğim gibi, çocuklarla bu alandaki çalışmalar senede birkaç saatle sınırlı kalmamalı; eğitimcilerin bu konulara daha fazla dikkat etmeleri gerekmektedir.
9) Petshoplar, hayvanat bahçeleri ve yunus parkları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce ne kadar iyi bakılıyor olsalar da; burada kalmayı hak ediyorlar mı?
Lale Akıncı: Hiçbir petshop, hayvanat bahçesi veya yunus parkı kabul edilemez. Koşulları ne kadar iyi olursa olsun, oradaki hayvanlar ya üretim sonucu ya da nakil neticesinde “doğal olmayan” ortamlarda yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Teknoloji o kadar ilerledi ki, çocuklara ve hatta yetişkinlere yönelik, sadece televizyonlarda değil, farklı ortamlarda, çeşitli konseptler tasarlanarak doğadaki hayvanların muhteşem belgeselleri sunulabilir.
10) Sizce hayvan haklarını savunan ve hayvanları çok seven bir kişi vejetaryen ya da vegan olmak zorunda mı?
Lale Akıncı: Bu, çok tartışılan ve hayvanseverler arasında henüz ortak bir noktada buluşulması imkansız görünen bir sorudur. Kişisel olarak, ne vejetaryen ne de veganım. Ve hiç kimseyle hayvanseverliğimi tartışmam. İnsanın etçil olmadığına dair bir görüş var; ancak mağara resimlerinde et pişirme sahnelerinin yer aldığını da unutmamak gerekir. İnsanoğlu, yerleşik düzene geçip tarıma başlamadan önce, yani en fazla 12.000 yıl önce etle beslenmiştir. “Vegan olmayan hayvansever olamaz” yaklaşımını oldukça radikal buluyorum. Bu nedenle hayvanlar için çalışmaya hazır insanları küstürmemek gerektiğine inanıyorum.