Teleskopun keşfi, insanlığın gökyüzü ile olan ilişkisini derinlemesine değiştiren bir dönüm noktası olmuştur. 1608 yılında Hollandalı gözlük ustası Hans Lippershey, ilk teleskopu kraliyet ailesine tanıtarak tarihe adını yazdırdı. Ancak bu devrim niteliğindeki icat, yalnızca Lippershey ile sınırlı kalmadı; sunumunu izleyen günlerde farklı iki astronom daha benzer tasarımlar için patent başvurularında bulundu. Popular Science Türkiye‘de yer alan makaleye göre, tarihçiler hala bu keşfin gerçek sahibinin kim olduğunu tartışıyorlar; fakat teleskopun ilk tasarımına ait şöhret, çoğunlukla Lippershey’in adıyla anılmaktadır.
Lippershey, sadece iki lens kullanarak ürettiği bu ilk teleskop ile uzak cisimlerin ayna görüntülerini oluşturmayı başarmıştı. Aslen bir gözlükçü olan Lippershey, yanlışlıkla farklı lenslerden yapılmış bir gözlüğü incelerken, uzaktaki objeleri yakınlaştırabildiğini keşfetti. Böylece, tarihin en önemli keşiflerinden birine imza atmış oldu.
Lippershey’in kraliyet ailesine yaptığı sunumdan sadece sekiz ay sonra, İtalyan matematikçi Galileo Galilei, kendi teleskopunu üretmeye karar verdi. İlk başlarda, bu yeni icadı denizciler için satmaya başladı; ancak hayal gücünü ve tutkusunu gökyüzü gözlemleriyle birleştirmeye başladığında, hayatının akışı tamamen değişti. Galileo’nun gözlemlediği şeyler, bilimin gidişatını değiştirecek kadar çarpıcıydı.
Fakat o dönemde Avrupa’da oldukça tehlikeli bir atmosfer hâkimdi. Martin Luther reform hareketini başlatmış, Katolik Kilisesi’ne karşı büyük bir ayaklanma gerçekleştirmişti. Kilise, bu duruma yanıt olarak baskıcı rejimini artırdı; dolayısıyla bir bilim insanı, devrim niteliğindeki bir bulguyu açıkladığında, hayatını kilisenin gazabına karşı riske atıyordu. Bu tehlikeye rağmen, Galileo, büyük bir keşif yapmanın eşiğinde olduğunu biliyor ve çalışmalarına aralıksız devam ediyordu.
1610 yılında yayınladığı ilk kitabında, Kopernik’in Güneş merkezli teorisini kendi gözlemleriyle birleştirerek ilgi çekici sonuçlara ulaştı. Bu kitapta Ay’ın yüzey yapısını, Samanyolu’nun milyonlarca yıldızdan oluştuğunu ve Jüpiter’in uydularını detaylı bir şekilde anlattı. Böylece, Katolik Kilisesi’nin katı bir şekilde savunduğu yanlış evren modelini sarsmayı başardı. Fakat Aristoteles’in evren görüşüne vurulan en büyük darbe, Galileo’nun Venüs gözlemleriyle gerçekleşti. Aristoteles, Venüs’ün Dünya çevresinde döndüğünü düşünüyordu; ancak Galileo, Venüs’ün de diğer gezegenler gibi Güneş etrafında döndüğünü kanıtladı.
Kilisenin tepkisi gecikmedi; Galileo, Roma’da Engizisyon mahkemesine çıkarıldı ve teorilerinin dine aykırı olduğuna karar verildi. 1616 yılında Galileo’nun kuramlarının öğretilmesi yasaklandı. Ancak o, aynı zamanda oldukça kurnaz bir bilim insanıydı. 1632 yılında, tüm yasaklara rağmen “Dünya’nın İki Esas Sistemi Üzerine Diyaloglar” adlı ikinci kitabını Papalık’tan izin alarak bastırmayı başardı. Kitap, kendi teorisini savunan bir bilim insanı ile ona karşı çıkan birinin tartışmalarını ustaca içermekteydi. Ancak bu, Galileo’yu bir kez daha Engizisyon’un karşısında buldu; bu sefer kuramına karşı çıkması istendi ve teleskopla yaptığı gözlemlere son verildi. Sonuç olarak, ömür boyu ev hapsi cezasına çarptırıldı. Hayatının sonlarına yaklaşırken, astronomi tutkusu ve bilimsel merakı bir anda elinden alındı.
Aynı dönemde keşiflerine devam eden Alman bilim insanı Johannes Kepler, gezegenlerin hareketlerini matematiksel olarak açıklamaya yönelik önemli çalışmalar yapıyordu. Kepler, Venüs geçiş dönemlerini kayda geçirerek, Galileo ve Kopernik’in evren modelinin doğruluğunu bir kez daha ortaya koydu. Kepler, evreni açıklamak için üç ana yasa geliştirdi:
- 1. Bütün gezegenler, Güneş etrafında elips biçimindeki yörüngelerde hareket ederler.
- 2. Bir gezegen ile Güneş arasına çizilen doğru parçası, eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarar.
- 3. Gezegenlerin dolanım sürelerinin karesi ile Güneş’e olan uzaklıklarının küpünün oranı, tüm gezegenler için aynıdır.
400 Yıl Sonrası
Günümüz modern teleskopları, gökyüzüne çevirdiğimiz dev gözler haline gelmiş durumda. 400 yıl süren bu keşif yolculuğu, astronomların 13,7 milyar yıl önceki Büyük Patlama’yı gözlemleme umuduna kadar ulaşmış durumdadır. Yani, her şeyin başladığı o anı dev teleskoplarla görmek mümkün olabilir. Aslında her teleskop, bir zaman makinesi gibidir. Ne kadar uzağa bakarsak, o kadar geriye, zamana dair izler görebiliyoruz. Özetle, modern teleskoplar teknolojinin sınırlarını zorladıkça, evrenin sınırları da ortadan kaldırılmaktadır.
400 yıl önce, Galileo gökyüzüne baktığında, keşfettiği yeni gerçekler sayesinde evren hakkındaki tüm görüşler değişmeye başlamıştı. Galileo’nun cam lensli teleskobundan, Newton’ın ışığı odaklayabilen reflektörlerine kadar, evren hakkında sayısız büyük keşif yapılmıştır. Günümüzde, Dünya yüzeyinden kozmosu gözlemleyen yaklaşık 50 adet dev teleskop bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, astronominin altın çağında yaşıyoruz.