1. Haberler
  2. Teknoloji
  3. Percival Lowell ve Dokuzuncu Gezegenin Arayışı

Percival Lowell ve Dokuzuncu Gezegenin Arayışı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Percival Lowell ve Mars Arayışı

Percival Lowell, hayatı boyunca birçok yanlış karar aldı. 19. yüzyılın sonlarına doğru, zenginliği, bıyığı ve üç parçalı takım elbiseleriyle dikkat çeken bir iş adamı ve seyahat yazarıydı. Bir gün Mars’la ilgili bir kitap okuyarak gök bilimci olmaya karar verdi. Ardından, uzun yıllar boyunca birçok uçuk iddiada bulundu. Öncelikle, Marslıların varlığına kesin gözüyle baktı ve onları bulduğunu düşündü (aslında bulamamıştı). Mars’ı boydan boya kat eden tuhaf çizgiler tespit etmişti. Lowell, bu çizgilerin ölmekte olan bir uygarlığın kutuplardaki buzullardan su elde etmek için inşa ettiği kanallar olduğunu iddia etti (oysa öyle değildi). Tüm servetini, bu konuyu daha derinlemesine incelemek için bir gözlemevi kurmaya harcadı. Nihayetinde, bu çizgilerin Mars’taki dağlar ve kraterlere düşük kaliteli teleskoplarla bakıldığında oluşan bir göz yanılsaması olduğu anlaşıldı. Ayrıca, Lowell, Venüs’te de gezegenin merkezinden yayılan ince çizgiler gördüğünü sandı (o da bir yanılsamaydı). Yardımcıları bu çizgileri bulmaya çalıştılar, ancak Lowell’dan başka kimse onları göremedi. Bu çizgilerin, kendi gözlerindeki iris tabakasının teleskopa yansıyan gölgesi olduğu sanılıyor.

Lowell en çok, güneş sistemindeki dokuzuncu gezegeni keşfetmek istiyordu. Güneş’ten en uzakta bulunan Uranüs ve Neptün’ün yörüngelerindeki düzensizliklerin, hayali X gezegeni tarafından yaratıldığı düşünülüyordu. Varsaydığı bu gezegeni hiçbir zaman göremedi, fakat ömrünün son yıllarını onu arayarak geçirdi. Birkaç sinir krizi geçirdikten sonra, 61 yaşında hayata veda etti. Ancak bu arayış, 2021 yılı itibarıyla bazı değişikliklerle hâlâ devam ediyordu.

Yanlış İzler

Ölüm, Lowell’ı dokuzuncu gezegeni aramaktan vazgeçiremedi. Vasiyetinde, bu amaçla kullanılmak üzere bir milyon dolar bıraktı. Dul eşi Constance Lowell ile mahkemede verilen yasal mücadeleye ayrılan kısa bir aradan sonra, gözlemevi gezegeni aramaya devam etti. 14 yıl sonra, 18 Şubat 1930’da genç bir gök bilimci, yıldızlarla kaplı gökyüzü fotoğraflarına bakarken aralarında bir nokta fark etti. X gezegeni olarak adlandırılan Plüton’u keşfetmişti. Ancak Plüton, Lowell’ın aradığı dokuzuncu gezegen olamayacak kadar küçüktü. Zira, Neptün’ü ve Uranüs’ü çekmek için yeterli kütleye sahip değildi. 1989 yılında Voyager 2 uzay aracı Neptün’ün yakınından geçti ve gezegenin başlangıçta sanıldığından daha hafif olduğunu ortaya koydu. Bu durum göz önüne alındığında, bir NASA bilim insanı, dış gezegenlerin yörüngelerinin başından beri mantıklı olduğunu hesapladı. Lowell, aslında gereksiz bir arayışa girişmişti. Gizli bir gezegen olduğu fikri ortadan kalktığı anda, yeniden sorgulama yapılmaya başlandı. Uzun yıllar boyunca azimle Neptün’ün ötesinde cisimler arayan iki gök bilimci, 1992’de Kuiper Kuşağı’nı keşfetti. Neptün’ün yörüngesinin hemen dışında donmuş cisimlerden oluşan bu halka, güneş sistemindeki en büyük kümelerden biriydi. İçinde, eni 100 kilometreden uzun yüzbinlerce cisim yanında, sayıları bir trilyona ulaşabilecek kadar çok kuyruklu yıldız barındırıyordu. Bilim insanları kısa süre içinde Plüton’un güneş sisteminin kenarındaki tek büyük cisim olmayacağını fark ettiler. Plüton’un yüzde 40’ı büyüklüğündeki Sedna, yarısı büyüklüğündeki Quaoar ve neredeyse aynı boyuttaki Eris keşfedildi. Gök bilimcilerin artık yeni bir tanımlamaya ihtiyaç duyduğu aşikardı. 2006 yılında Uluslararası Astronomi Birliği, keşfedilen bu diğer cisimlerle birlikte Plüton’un statüsünü “cüce gezegen” olarak belirledi. Kısaca Caltech olarak bilinen California Teknoloji Enstitüsü’nden, Eris’i keşfeden ekibe liderlik eden profesör Mike Brown, günümüzde hâlâ “Plüton’u öldüren adam” olarak tanınıyor. Böylece dokuzuncu gezegen bir kez daha gündemden düştü.

Hayalet İzler

Bu cisimlerin keşfi, gizli gezegen arayışlarında önemli bir ipucu ortaya çıkardı. Sedna’nın, herkesin beklediği gibi hareket etmediği gözlemlendi. Kuiper Kuşağı içinde, Güneş’in etrafında elips bir yörünge izlemekten ziyade, güneş sisteminin merkezinden yaklaşık 11 milyar kilometre öteden 135 milyar kilometre ötesine savruluyordu. Yörüngesi o kadar karmaşıktı ki, tamamlaması 11 bin yıl sürüyordu. Sedna, mevcut konumuna en son geldiğinde, insanlık daha tarımı yeni keşfetmişti. Sanki başka bir güç Sedna’yı tutup çekiyordu.

Yeni Varsayım

Plüton’u “öldüren adam” olarak ün kazanan Mike Brown, 2016 yılında Caltech’den meslektaşı Konstantin Batygin ile birlikte bir makale yazarak, Dünya’dan beş – on kat büyük dev bir gezegen olabileceği varsayımını ortaya sürdü. İki bilim insanının bu varsayımı, Sedna ile altı cismin aynı yöne çekildiği gözlemlerine dayanıyordu. Bu cisimlerin hepsi, kendi eksenleri üzerinde aynı yöne ve aynı derecede eğilmiş durumdaydı; bu durumun rastlantı eseri olma ihtimali ise yalnızca yüzde 0.007’ydi. Batygin, “Bu durum çok dikkat çekiciydi. Çünkü böyle bir küme, yeterince uzun süre beklese, gezegenlerin çekim gücüne maruz kaldığı için dağılması beklenirdi” diyor. Brown ve Batygin, bu durumun dokuzuncu gezegenin çekim gücünün etrafındaki gezegenlerin yörüngesini bozarak, güneş sisteminin dış kenarlarına iz bıraktığı sonucuna vardılar. Birkaç yıl sonra, bu tuhaf yörüngelere ve eksen açılarına sahip cisimlerin sayısı arttı. Batygin “Şu an itibarıyla böyle yaklaşık 19 cisim var” diyor.

Teoriler Doğru Mu?

Kimse var olduğu düşünülen gezegeni henüz görmedi, ancak bu konuda birçok teori üretildi. Kuiper Kuşağı ötesindeki diğer cisimler gibi, yeni dokuzuncu gezegenin yörüngesinin o kadar çarpık olması bekleniyordu ki, ulaşabileceği en uzak noktanın, en yakın noktadan iki kat fazla olması tahmin ediliyordu. Bir başka deyişle, 90 milyar kilometre ile 45 milyar kilometre arasında değişiyordu. Bilim insanları ayrıca dokuzuncu gezegenin buzla kaplı olduğunu ve Uranüs ya da Neptün gibi katı bir çekirdeği bulunduğunu öngördüler. Fakat bir de dokuzuncu gezegenin nereden geldiği sorusu vardı. Şimdiye kadar buna dair üç teori ortaya atıldı. Birincisi, mevcut konumunda oluşmuş olması. Batygin bunu pek olası görmüyor, çünkü bunun için güneş sisteminin erken evrelerinde bu mesafelere kadar uzanmış olması gerekiyor. İkinci teori, uzun zaman önce Güneş’in hala doğduğu yıldız kümesindeyken, başka bir yıldızın etrafındaki cismi çekmesi ve o cismin de dokuzuncu gezegen olma ihtimaline dayanıyor. Batygin’e göre bu olasılık da zayıf, çünkü “bu şekilde çekilen bir gezegen, başka bir yıldızla karşılaşınca kaybedilirdi, bu da istatistiksel olarak pek olası değil” diyor. Üçüncü ve Batygin’in favorisi olan teori, dokuzuncu gezegenin, güneş sisteminin erken evrelerinde gaz ve toz bulutundan oluşurken, Güneş’e çok daha yakın bir alanda ortaya çıktığına dayanıyor. Batygin, bir süre dev gezegen oluşum bölgesinin etrafında asılı kalan dokuzuncu gezegenin yörüngesinin daha sonra etrafından geçen yıldızlar tarafından değiştirilmiş olabileceğini belirtiyor.

Nerede O Zaman?

Nerede O Zaman?

Peki, eğer dokuzuncu gezegen varsa, neden kimse onu göremedi? Batygin, “Mike ile birlikte teleskopla aramaya başlayana kadar dokuzuncu gezegeni bulmanın bu kadar zor olacağını bilmiyordum” diyor. Gök bilimciler genellikle tek bir cismi değil, belirli bir gezegen türü gibi grupları arıyorlar. Yeterince geniş bir alan araştırılırsa, nadiren olsa bile bir şeyler bulmak mümkün. Ancak dokuzuncu gezegen gibi spesifik bir nesneyi aramak çok daha karmaşık bir süreç. Batygin, “Gezegen gökyüzünün yalnızca ufacık bir bölümünde” diyor. Batygin’e göre, şu anda dokuzuncu gezegeni bulmak için en iyi seçenek Subaru Teleskobu, ama bunun için teleskopu daha sık kullanabilmesi gerekiyor. Hawaii’deki hareketsiz bir yanardağ olan Maunakea’nın zirvesinde bulunan 8.2 metrelik dev Subaru Teleskobu, uzaktaki gök cisimlerinin zayıf ışığını bile yakalayabiliyor. Bu durum idealdir, çünkü esrarengiz dokuzuncu gezegen çok uzakta olacağından Güneş’ten fazla ışık alıp yansıtması pek olası değil. Batygin, “Kullanabileceğimiz tek bir cihaz var ve onu da ancak yılda belki üç gece ele geçirebiliyoruz” diyor ve ekliyor: “İyi tarafı, Vera Rubin teleskopu yakında devreye girecek ve muhtemelen bu gezegen bulunacak.” Şu an için Şili’de inşa aşamasında olan yeni nesil Vera Rubin teleskopu, gökyüzünü sistematik olarak tarayacak ve birkaç gecede bir mevcut görüntünün tamamını fotoğraflayarak incelemeye olanak tanıyacak.

İlginç Bir Olasılık

Ancak, dokuzuncu gezegenin asla bu şekilde bulunmayacağına dair neredeyse tuhaf bir senaryo daha var; sonuçta, bu bir gezegen değil, gizli bir kara delik olabilir. Bu fikri ilk ortaya atanlar, Torino Üniversitesi’nden araştırmacı Jakub Scholtz ile Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde fizik profesörü olan James Unwin. Unwin, “Bir nesnenin varlığına dair tüm kanıtlar yerçekimi ile ilgilidir” diyor ve gezegenlerin güçlü bir yerçekimi kuvvetine sahip olduğunu, ancak çekim gücü olan “daha egzotik” başka şeylerin de var olabileceğini belirtiyor. Bu durumda, dokuzuncu gezegen yerine, son derece yoğun, küçük bir karanlık madde alanı veya ilkel kara delikler olabilir. Karanlık madde, varlığı yalnızca diğer maddeler üzerindeki çekim etkisi ile belirlenebilen maddelere denir. İlkel kara delikler ise, Büyük Patlama’dan sonra ortaya çıkan görece küçük kara deliklerdir. Kara delikler, evrendeki en yoğun nesneler arasında yer aldığından, Unwin, bunların güneş sisteminin dış uçlarındaki cisimlerin yörüngelerini çarpıtıyor olabileceğini savunuyor. En iyi bilinen kara delikler, Güneş’in kütlesinin en az üç katı olan ve sönmekte olan yıldızların çökmesiyle oluşan “yıldız kara delikleri”, ya da Güneş’in kütlesinin milyonlarca veya milyarlarca katı olan “süper kara delikler”. İlkel kara delikler ise farklıdır; henüz gözlemlenmemişler, ancak Büyük Patlama’nın ilk saniyesinde oluşan sıcak enerji ve bulanık maddelerden kaynaklandıkları düşünülmektedir. Unwin ve Scholtz, ilkel kara delikler önemli ölçüde daha küçük olduğu için dokuzuncu gezegen yerine böyle bir kara delik olabileceğini ifade ediyor. Peki, böyle bir kara delik nasıl görünürdü? Endişelenmeli miyiz? Ve bu, bir gezegen keşfetmekten daha heyecan verici olabilir mi? İlkel kara delikler bile, hiçbir ışığı geçirmeyecek kadar yoğun olduklarından, mevcut teleskoplarla görülemiyor. Doğrudan bakıldığında, varlığına işaret eden tek ipucu, gece gökyüzündeki yıldızların arasında küçük bir boşluk olabilir. Kütlesi Dünya’dan on kat fazla bile olsa, sadece bir portakal büyüklüğünde görülebilir. Unwin, keşfedilmemiş bir kara delik veya gizli bir gezegen bulunması durumunda, Dünya açısından pek bir fark olmadığını söylüyor. “Galaksimizin merkezinde süper kütleli bir kara delik var” diyor ve ekliyor: “Ancak güneş sistemimizin bu deliğe düşeceğinden endişelenmiyoruz, çünkü etrafında düzenli bir yörüngedeyiz.” İlkel bir kara delik, önüne çıkan her şeyi içine çekse de, yanına yaklaşmayan Dünya için böyle bir tehlike söz konusu değil. Unwin, “Elektrikli süpürge gibi değil” diyor. Unwin’e göre, keşfedilmemiş bir kara delik ya da gizli bir gezegen bulunması arasında Dünya açısından pek bir fark yok. BBC Bilgisayar tarafından üretilen bir kara delik görüntüsü, eğer bir ilkel kara delik bulunursa, astrofizikçilere daha önce hiç karşılaşmadıkları bu delikleri yakından inceleme imkanı sunabilir. Batygin, uzun süredir aranan dokuzuncu gezegenin kara delik olabileceği varsayımı için “Gezegen bilimi profesörü olduğum için belki taraflı düşünüyorum ama, gezegenler daha yaygın” diyor. Günümüzdeki bilim insanlarının çalışmalarının Lowell’ınkinden daha başarılı olup olmayacağı zamanla belli olacak. Ancak, efsanevi dokuzuncu gezegeni ararken yapılan bu çalışmalar, güneş sistemi ile ilgili birçok düşünceyi değiştirmiş durumda. Kim bilir, bu arayış sona ermeden daha neler keşfedilecek.

Percival Lowell ve Dokuzuncu Gezegenin Arayışı
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

xGundem ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin