Mikrobiyota Nedir?
İnsan vücudunda yaşayan tüm mikroorganizmalar, yani bakteriler, virüsler ve mantarlar, mikrobiyota olarak adlandırılmaktadır. Mikrobiyotamız, parmak izimiz gibi benzersizdir ve kişiye özeldir. Genetik özelliklerimizin yanı sıra doğum şekli, beslenme tarzı, erken yaşamda maruz kalınan çevresel faktörler ve antibiyotik kullanımı, mikrobiyota gelişimimizin kritik unsurlarıdır.
Uzun yıllar boyunca mikroorganizmaların zararlı ve hastalıklara neden olduğu düşünülmüş olsa da, insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon dost bakteri yaşamaktadır. Bu dost bakteriler, sağlıklı bir yaşam sürmemizde büyük bir rol oynamaktadır.
‘Dost bakteriler ve zararlı bakteriler dengesinin önemi’
Bağırsaklarımız, dost bakterilerin sayıca ve çeşitlilik açısından en fazla bulunduğu ortamdır. Vücutta dost bakteriler ve zararlı bakteriler denge halinde olduğunda, yani bağırsak sağlığı yerindeyse, diğer vücut sistemlerimiz de sağlıklı olur.
‘Dengeli bir mikrobiyota sağlığı tehdit edebilir’
Modern yaşam tarzı, aşırı hijyen önlemleri, Batı tarzı beslenme alışkanlıkları, artan sezaryen doğum oranları, anne sütü yerine formül mamalarla beslenme ve antibiyotik kullanımı, bağırsak mikrobiyotamızı olumsuz etkileyerek dost ve zararlı bakteri oranını değiştirebilir. Bu durum, dost bakterilerin sayısını ve çeşitliliğini azaltırken zararlı bakterilerin sayısını artırabilir. Sonuç olarak, sindirim sistemi, bağışıklık sistemi, hormonlar ve duygusal durumlar gibi tüm vücut fonksiyonlarımızda problemler ortaya çıkabilir. Daha ciddi sağlık sorunlarının gelişimini önlemek için bağırsak mikrobiyotamızın dengesini yeniden sağlamamız gerekebilir. Özellikle ilk 3 yaşta mikrobiyota dengesizliği, ileriki yaşamda astım, alerji, obezite ve diyabet riskini artırmaktadır.
‘Probiyotikler ve prebiyotikler dengede tutmak için kritik’
Dost bakteriler, yani probiyotikler, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yeterli miktarda alındığında insan sağlığına yararlı etkileri olan canlı mikroorganizmalar olarak tanımlanmaktadır. Bu faydalı mikroorganizmaları besleyen ve çoğalmalarını sağlayan sindirilemeyen bileşikler ise prebiyotik olarak adlandırılmaktadır. Probiyotiklerin, bağırsak duvarının bütünlüğünün korunmasında, sızdıran bağırsak sendromunun önlenmesinde, gıdaların sindiriminde ve emiliminde, zararlı bakteri sayısının azaltılmasında, bazı vitaminlerin üretiminde, bağışıklık sisteminin gelişiminde ve desteklenmesinde, duygu ve davranışların düzenlenmesinde olumlu etkileri olduğu gösterilmiştir.
Doğum Şeklinin Bebeğin Sağlıklı Gelişimine Etkisi
İnsan vücudunda en bilinen iki cins bakteri vardır: Lactobasiller ve bifidobakteriler. Bebekler, büyük oranda bu yararlı mikroorganizmaları normal doğum sırasında anneden almaktadır. Sezaryenle doğan bebekler, doğum kanalından geçemedikleri için bu dost bakterileri alamazlar ve bu bebeklerde astım, alerji ve obezite gibi kronik hastalıklara yakalanma riski artar.
‘Anne Sütü: Mucizevi Bir Probiyotik ve Prebiyotik Kaynağı’
Bebeğin sağlıklı mikrobiyota gelişimi için en az normal doğum kadar önemli olan bir diğer faktör ise bebeğin anne sütü almasıdır. Tüm bebeklerin, doğumdan hemen sonra emzirmeye başlatılması, ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi ve 6. aydan sonra uygun besinlerle birlikte emzirmenin 2 yaş ve sonrasına kadar devam ettirilmesi önerilmektedir. Anne sütü, birçok dost bakteri içerdiği gibi, aynı zamanda bu bakterileri besleyen prebiyotikleri de içermektedir. Gelecek dönemde, anne sütü bebeği kanser ve kronik hastalıklardan koruma işlevi görmektedir.
Tıbbi bir gereklilik durumunda sezaryen kaçınılmazsa ve bebek anne sütü alamıyorsa, bu bebeklere dost bakterilerin yüzde 90-95’ini oluşturan bifidobakterileri almakta zorluk çekebilir. Bu nedenle, hekime danışarak probiyotik takviyesi yapılabilir. Hekim önerisine göre, klinik çalışmalarla etkisi kanıtlanmış belirli türler eczanelerden temin edilebilir.
Probiyotik İhtiyacımızı Nasıl Karşılayabiliriz?
Mikrobiyotamızın çeşitliliği, beslenme tarzımız ve gıdalarımızın çeşitliliği ile doğrudan ilişkilidir. Yapılan bir çalışmada, günlük diyetlerinde laktobasilleri içeren yoğurt tüketen Bulgaristan ve Kafkasya’da yaşayan insanların daha uzun ömürlü olduğu gözlemlenmiştir. Yoğurt, kefir, ekşi mayalı ekmek ve turşu gibi gıdalar, vücudumuza fayda sağlayan birçok dost bakteri içermektedir. Ancak, bu gıdalardaki probiyotik miktarını günlük kullanımda kesin olarak ölçmek pek mümkün değildir.
Her gün lif bakımından zengin ve dengeli bir beslenme, dost bakteri sayısını uygun seviyelerde tutmaya yardımcı olur. Ancak araştırmalar, yalnızca bu gıdaların tüketiminin, tıbbi bir durumun tedavisinde veya önlenmesinde yeterli olmadığını göstermektedir. Piyasada birçok probiyotik ürün bulunmaktadır ve elbette ki tüm probiyotikler aynı değildir. Bu ürünlerin içerdiği mikroorganizma türü, sayısı ve üretim teknolojisi birbirinden farklıdır.
Biz hekimler, probiyotik seçerken ürünlerin klinik faydasının gösterilmiş olmasına, tıbbi duruma uygun bakterilerin ve uygun dozda verilmesine dikkat ederiz. Kullanım kolaylığı da anneler açısından önemlidir; çocuğun yaşına göre damla, yoğurt veya meyve suyuna karıştırılabilecek saşe veya çiğneme tabletleri tercih edilebilir. Çift kaplama yöntemi ile elde edilen ürünler, bakterileri mide asidinden koruyarak, bağırsağa daha fazla dost bakterinin ulaşmasını sağlamaktadır.
Çocuklara Probiyotikler Hangi Durumlarda Önerilir?
Araştırmalar, faydalı bakterileri içeren probiyotiklerin enfeksiyona bağlı ishal tedavisinde, antibiyotik kullanımına bağlı ishalin önlenmesinde ve infantil kolikte etkili olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, antibiyotik kullanımı sırasında probiyotik eklemek, hem ishali hem de kronik hastalıkların oluşumunu önleyecektir. Çocuklarda probiyotik kullanımı genellikle güvenlidir; ancak bağışıklık sisteminde bozukluk olan ve çoklu organ yetmezliği yaşayan kritik hastalarda dikkat edilmelidir.
‘D Vitamini: Bebek ve Çocukların Gelişiminde Önemli Rol’
D vitamini, kanda bir hormon olarak dolaşır ve vücudumuzda kalsiyum ve fosfat düzeyini kontrol ederek kemiklerin sağlıklı gelişimini destekler. Ayrıca, sinir-kas ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarını desteklerken üst solunum yolu enfeksiyonlarını azaltma etkisi de bulunmaktadır.
‘Güneş Işınlarının D Vitamini Üretimine Katkısı’
D vitamini, büyük oranda güneş ışınları etkisiyle deride sentezlenir; ayrıca bitkisel ve hayvansal besinlerden de alınabilir. D vitamininin sentezlenmesi için güneş ışınlarına doğrudan temas gerekmektedir. Camdan gelen güneş ışınlarının D vitamini üretimine katkısı yoktur. Ülkemizde, güneşten yeterli miktarda D vitamini sentezlenmesi için her gün saat 10.00-15.00 arası kolların ve bacakların açık olacak şekilde 15-20 dakika güneşle temas edilmesi önerilmektedir.
D Vitamini Kaynakları
- Somon, ton, uskumru, sardalya gibi yağlı balıklar
- Karaciğer
- Yumurta sarısı
2005 yılından itibaren, tüm yeni doğanlara beslenme şekline bakılmaksızın yaşamın ilk gününden itibaren 400 IU/gün D vitamini desteğine başlanmakta ve 1 yaşına kadar devam edilmektedir. Sonraki dönemlerde, bu ihtiyaca yönelik yalnızca probiyotik veya yalnızca D vitamini desteklerinin yanı sıra, probiyotik ve D vitaminini bir arada sunan ürünler de piyasada bulunmaktadır; bu da anneler için pratik bir çözüm sunmaktadır.
Bilinçsizce D vitamini takviyesi alınmamalıdır; aşırı D vitamini alımının olumsuz yan etkilere yol açabileceği unutulmamalıdır. Aşırı tüketim, kalsiyum artışına neden olarak şiddetli halsizlik, kabızlık, bulantı, kusma, idrarda kalsiyum atılımının artması, böbrek taşı, böbrek yetmezliği ve kalpte ritim bozuklukları gibi sağlık sorunlarına yol açabilir.