Merkez Bankası’ndan Tarihi Faiz Artışı
Merkez Bankası, yeni başkan Hafize Gaye Erkan liderliğinde 22 Haziran’daki ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini 650 baz puan artırarak yüzde 8,5’ten yüzde 15’e çıkardı. Bu karar, Cuma gecesi açıklanan düzenlemelerle bankacılık sistemi üzerindeki baskıların bir nebze hafifletilmesine de zemin hazırladı.
22 Haziran’da açıklanan PPK toplantısının karar metni, eski anlayışın tamamen terk edildiği izlenimi vermekte. Geçmişte metinlerden çıkarılan “sıkı para politikası” ifadesinin tekrar gündeme alınması dikkat çekici. Hatta “Kurul, dezenflasyonun en kısa sürede tesisi, enflasyon beklentilerinin çıpalanması, fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın kontrol altına alınması için parasal sıkılaştırma sürecinin başlamasına karar vermiştir” cümlesi, enflasyonu düşürmek için faiz artırmanın gerekliliğini net bir şekilde ifade ediyor. Bu durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Haziran’da vurguladığı “enflasyonu düşürmek için faizin düşmesi gerektiği” tezine zıt düşen, ancak ortodoks iktisat anlayışını destekleyen bir yaklaşımın benimsenmekte olduğunu gösteriyor.
Eski Anlayışın Tıkanması ve Yan Yol Seçenekleri
Önceki yazımda, Merkez Bankası’nın alacağı karara dair güvercin ve şahin senaryoları ele almıştım. 22 Haziran’daki faiz artışı, aklımdaki en “güvercin” senaryonun bile altında kaldı. Faiz artışının bu kadar düşük kalmasını, eski anlayıştan keskin bir kopuş yerine, bu anlayışın tıkandığı bir noktada yan yollara sapma olarak değerlendiriyorum. Eski dönemin muhasebesinin yapılmaması ve “Yeni Ekonomi Modeli (YEM)” çerçevesinde agresif faiz indirimlerine giden PPK üyelerinin görevlerinin korunması, bu fikrimi destekliyor.
Faiz artışının düşük tutulması, “kademeli” bir artış patikasının parçası mı, yoksa daha fazla faiz artışına izin çıkmadığının bir işareti mi? Ben ikinci olasılığı daha olası buluyorum. Çünkü yeni ekibin temiz bir sayfa açma arzusunu ve atılan adımın uzun vadeli olacağına dair vereceği mesaj açısından ilk faiz artışının sembolik bir önemi vardı. Ayrıca piyasa faizlerinin zaten yüzde 40 seviyelerine ulaşmış olması, Merkez Bankası’nın kararının pratikteki sıkılaştırıcı etkilerini sınırlı tutacak, daha çok beklenti kanalını devreye sokmak için kullanılabilecekti.
Enflasyonla Mücadelenin Zorluğu
Miktar az da olsa faiz artışına gidilmesi, YEM’e göre bir iyileşme değil midir? Elbette öyledir; bu adım dengesizlikleri düzeltemese de en azından derinleşmesini engelleyebilir ve görece bir iyileşme sağlayabilir. Ancak bu iyileşmenin ne kadar sürdürülebilir olduğu, YEM ile derinleşen dengesizliklerin ne ölçüde düzeltilebileceğine dair önemli bir fırsatın kaçırıldığı düşüncesindeyim.
Yeni ekibin amacı, yıllık enflasyonu yüzde 40 seviyesinden alıp yüzde 5’lik hedefe indirmekse, önlerinde uzun ve maliyetli bir süreç var. Enflasyon ne kadar yükseklik kazanır ve o seviyelerde ne kadar uzun kalırsa, enflasyon beklentilerini düşürmek için gereken acı reçete de o kadar büyür. Dolayısıyla, bu maliyeti minimize edecek çözümler geliştirmek ve etkili bir iletişim politikası izlemek kritik önem taşıyor.
Benim tercihim, önceden yüklenmiş gelecek faiz artışlarının piyasa beklentilerini aşağı çekmesi olurdu. Özellikle mevcut cephanenin kısıtlı olduğu, faiz artışları konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan fazla izin çıkmadığı bir dönemde, erken gelecek yüksek bir faiz artışının psikolojik olarak daha güçlü bir etki yaratabileceğini düşünüyorum. Bu, beklentiyi daha hızlı aşağı çekerek ileride daha az faiz artışı ile daha fazla mesafe kat edilmesine olanak tanıyabilirdi. Ancak böyle bir yolun seçilmemiş olması, enflasyonla mücadelenin birincil öncelik olmadığına, daha ziyade ödemeler dengesi ile ilgili bir krizi önleyecek, içeriye bir miktar döviz girişi sağlayacak geçici bir programın ön planda tutulduğuna işaret ediyor olabilir.
Yetersiz Faiz Artışının Etkileri
Faiz artışı bir “acı reçete” olduğuna göre, öncelikle bu reçeteyi alıp sağlığımıza kavuştuğumuzda neler olacağını anlamalıyız. Acı reçetenin nihai amacı, ekonomide enflasyon kaynaklı dengesizliklerin önüne geçmektir. Fiyat istikrarının sağlanması durumunda, maaş artışları öngörülebilir enflasyon oranına göre gerçekleşeceği için alım gücünde yaşanan erimenin önüne geçilir. Kurdaki değer kaybı da enflasyona bağlı olduğundan, kurun sakinleşmesi sağlanır. TL’nin değerinin korunması, TL cinsinden tasarruf araçlarını cazip hale getireceği için dolarizasyonun önüne geçilir. Bankalar TL cinsinden uzun vadeli borçlandıklarında dış borç azalır. Yatırımcı güveni, fiyat istikrarı ve finansal istikrar olan bir ortamda yeniden canlanacağı için üretim kapasitesini artıracak, üretkenlik artışına imkan sağlayacak yatırımlar için uygun zemin sağlanır.
Şimdi de bu reçetenin yetersiz dozda kaldığı düşük faiz artışlarına odaklanalım. Yetersiz dozda verilen ilaç, tedavi sağlamaz. Semptomları bir süre hafifletir; ancak altta yatan sorun devam ettiği için sonrasında daha ciddi tedavi gerekebilir. Nasıl ki yetersiz dozda antibiyotik alırsanız daha dirençli bakteri ile karşılaşıp daha yüksek dozda ilaca ihtiyaç duyarsanız, enflasyon da ne kadar katılaşırsa tedavisi o kadar zorlaşır. Faiz artışlarının ağırdan alınması, enflasyon beklentilerinde arzu edilen düşüşü sağlarken, diğer taraftan mevcut negatif reel faiz ortamı nedeniyle TL cinsinden tasarruf araçlarına dönüş yetersiz kalır. Bu durumda kur ve enflasyon üzerindeki baskılar devam eder. Yani bugün düşük tutulan ilaç, nihayetinde enflasyonu düşürmek için uygulanması gereken acı reçetenin dozunun artmasına neden olacaktır.