Marmara Denizi’nde Müsilaj Krizi: Nedenleri ve Sonuçları
Marmara Denizi, geçen yıl sonundan bu yana su yüzeyini ve derinliklerini saran, halk arasında ‘deniz salyası’ olarak bilinen müsilaj ile mücadele ediyor. İstanbul, Adalar, Tekirdağ, Çınarcık, Bursa, Erdek, çeşitli körfezler ve kıyılar; daha da ciddisi denizin derinlikleri, bu sorunun etkisi altında kalmış durumda. Kasım ayından bu yana tüm Marmara Denizi müsilajın yoğun etkisi altındadır.
Müsilaj, Marmara ve Adriyatik gibi kapalı denizlerde doğal süreçte meydana gelmesi beklenen bir durum olarak kabul edilse de, şu anda yaşandığı gibi yoğun, aşırı ve kalıcı bir şekilde oluşması “doğal değil”. Deniz biyoloğu Mert Gökalp, “Marmara feryat ediyor. Bu, Marmara Denizi’nin foseptik çukuru olabileceğinin bir sinyali” diyerek önemli bir uyarıda bulunuyor. Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi’nden Profesör Mustafa Sarı, Marmara Denizi’ne arıtmadan atık boşaltımının derhal durdurulması gerektiğini vurguluyor. Bir artı Bir’e konuşan Marmara Çevresel İzleme Projesi yürütücüsü ve hidrobiyolog Levent Artüz ise, “Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir” diyor.
Müsilaj Nedir?
Müsilaj, Marmara Denizi gibi kapalı denizlerde zaman zaman ortaya çıkan bir salgıdır. Bu mukoza benzeri yapı, suyun içindeki bakteri ve virüs gibi mikroorganizmalar için son derece uygun bir beslenme habitatı oluşturarak, aralarında zararlı canlıların da bulunduğu organizmaların bu salgının üzerinde kümelenmesine neden olur. Denizin üstünde gördüğümüz beyaz, köpük benzeri yapı aslında “buzdağının görünen kısmı”. Aslen, bu salgı denizin altında bir tül gibi uzayıp gidiyor. Prof. Sarı, “Marmara Denizi için konuşursak, ilk olarak deniz yüzeyinden 5 metre aşağıda başlıyor, 15-20 metrelere kadar gidiyor. Ancak şu anda yüzeyden başlıyor ve 30 metre derinliğe kadar iniyor” diyor; “Henüz bu sabah Marmara Denizi’ne daldım ve 12 metreden derine inemedim. Elimizde fenerlerimiz olduğu halde önümüzü göremez halde olduğumuz için 12 metreden geri döndük.”
Müsilaj Neden Oluşuyor?
Prof. Sarı, müsilaj oluşumunun üç temel tetikleyicisinin olduğunu ifade ediyor:
- Küresel İklim Değişikliği: Akdeniz havzasında sıcaklıkların yükselmesi. Marmara Denizi’nin sıcaklığı bu yıl 40 yıllık ortalamanın 2,5 derece üzerinde, yani 2,5 derecelik bir anomali söz konusu.
- Durağan Deniz Şartları: Marmara Denizi’nin orijinal yapısı, “astımlı bir insana” benzetilmektedir. 25 metre yüzeyde Karadeniz’den gelen su, 25 metrenin altında ise Akdeniz’den gelen su bulunmaktadır.
- Aşırı Atık Yüklemesi: Marmara’nın değişen iklim şartları ile birlikte özümleme kapasitesinin düşmesi. Fitoplanktonların hızla üremesi için gerekli besin maddeleri, karasal kökenli azot ve fosfor gibi elementlerden sağlanmaktadır.
Fitoplanktonlar, atmosferin önemli oksijen kaynakları olsalar da, Prof. Sarı’nın belirttiği gibi, “Biz denize o kadar çok atık yükledik ki, bunlar da bu atığı azaltmaya çalışıyorlar, çok ürüyorlar ve sonucunda müsilaj ortaya çıkıyor.”
Prof. Sarı’ya göre Marmara Denizi’ndeki müsilaj, ancak bu şekilde geçmiş yıllardaki doğal haline geri dönebilir. Aksi takdirde, daha sık ve yoğun müsilaj olayları ile karşılaşacağız.
Geçmiş Yıllarda Deniz Salyası Oluşumu
Deniz salyası, geçmiş yıllarda da meydana gelmekteydi. Ancak en son bu yoğunlukta görüldüğü yıl 2007’dir. Prof. Sarı, normal şartlar altında Kasım ayından başlayıp Nisan’a kadar süren ve sadece balıkçıların deniz içinde fark edebileceği kadar küçük boyutta bir müsilaj oluşumu olduğunu belirtiyor. Kasım ayında oluşmaya başlamasının nedeni, deniz seviyesinin daha yüksek olduğu Karadeniz’den Akdeniz’e doğru su akıntısıdır. Bu akıntı, su seviyesinin azaldığı Ekim ayı gibi azalmakta, ilkbahar aylarında ise Karadeniz’in su kaynaklarıyla beslenip yükselmesinin ardından akıntı yeniden hızlanmaktadır. Bu durum, denizi hareketlendirir ve durgunluğu azaltarak müsilajın dağılmasına yardımcı olur. Geçmiş yıllarda Haziran ayına gelindiğinde müsilajın çözüldüğünü gözlemlemiştik; ancak bu yıl hâlâ yoğun bir deniz salyası bulunmaktadır.
Prof. Sarı, “Yüzeyde gördüğümüz, yüzeyi kaplayan yapılar aslında müsilaj oluşumunun son aşaması. Bizim asıl korkumuz, yüzeyin altındaki müsilaj, yani buzdağının görünmeyen kısmıdır.” diyor.
Kısa ve Uzun Vadeli Ekolojik ve Ekonomik Etkiler
Deniz salyasının ilk etkilerini balıkçılar hissetmektedir. Deniz suyunu kaplayan salyamsı yapı, ağları sararak, deniz dibindeki canlıların hareket kabiliyetini ve nefes alma yeteneğini engellemektedir; bu durum ölümlere yol açmaktadır. Doğal müsilaj, besin zincirini iki şekilde etkilemektedir:
- Yüzey alanını kapladığında, su ile atmosferin ilişkisi kesilmekte ve suyun oksijen alımı azalmaktadır. Yüzeydeki güneş ışığını soğuran deniz salyası, suyun ısınmasına sebep olur ve çözünmüş oksijen miktarını azaltarak canlıların toplu ölümlerine yol açmaktadır.
- Denizin dibine çöken müsilaj, burada yaşayan canlıların nefes almasını ve beslenmesini engellemektedir.
Prof. Sarı, şu anda Büyükada civarında 42-43 metre derinlikte bulunan kırmızı mercanların önemli bir kısmının müsilaj yüzünden öldüğünü belirtiyor. Gökalp de, “Müsilaj, bakterilerin ve zararlı canlıların barınması için uygun ortamlar yaratıyor. Aylar boyunca bu alan içerisinde kalabildikleri için denizin zenginliğini yaratan diğer canlılar hasta olabiliyor. Müsilaj bitti diyelim, ama bir yıl kalan bir bakteri diğer tarafa yayıldığında farklı habitatları ve canlıları hasta edebilir. Bu durum, ekosistemin dayanma gücünü yavaş yavaş yıkmaya başlıyor.” diyor.
Kısa vadeli ekonomik etkiler ise çok boyutludur. Prof. Sarı, turizmin yanı sıra, Marmara’dan geçen ve deniz suyunu soğutma suyu olarak kullanan, müsilajı temizleyemeyen gemilerin ve son olarak da endüstrinin etkileneceğini açıklıyor: “Ne gemilerin, ne de enerji santralleri dahil sanayinin sistemleri müsilajlı suyu kullanmaya uygun değil.”
Gökalp, böyle devam ederse, Marmara bölgesinde yaşamın imkansız hale gelebileceğini belirtiyor: “25 milyon insan buradan taşınmak zorunda kalacak. Böyle giderse Marmara Bölgesi’ni kapatmak zorunda kalacağız. Marmara’da yaşam olmasının sebebi toprağı, suyu ve bu bolluk, berekettir. Ekosistemde bunlardan biri çökerse, Marmara foseptik çukuru olursa ki olabilir, bunun sinyallerini verdi, feryat ediyor şu anda; insan yaşamı burada mümkün olamaz.”
Ne Kadar Sürede Ortadan Kaybolması Bekleniyor?
Uzmanlara göre bu sorunun kesin bir cevabı yoktur; ancak bir mucize beklemek anlamsızdır. Prof. Sarı, “Ekosistemlerde pazarlık olmaz” diyor ve ekliyor: “Hidrobiyolog Levent Artüz ise şu aşamada ‘vah vah’ demekten başka yapacak pek bir şey olmadığını anlatıyor: ‘2007’de Marmara Denizi’nde çözünmüş oksijen seviyesi bugünküne nazaran daha fazlaydı. Buna rağmen, müsilaj iki senede parçalandı. Şimdi oksijen çok daha az. Ne olacağını kestirmek güç. Bakteriyolojik parçalanma sonucu parçalanma ürünleri ve bu kütleyi parçalayacak bakteri biyokütlesinin ne olacağı ve bu durumun olası kümülatif etkileri de meçhul. Net ölçüm yapabilmemiz için deniz ortamının durulması gerekiyor. Şu aşamada bakıp ‘vah vah’ demek dışında yapacak bir şey yok.'”
Ne Yapılması Gerekiyor?
Bilim insanları, neler yapılması gerektiği konusunda hemfikir: Marmara’ya arıtılmamış atığın boşaltılmaması. Prof. Sarı, Marmara Denizi çevresindeki tüm idari ve sivil yapıların bir araya gelerek iklim değişikliğini de dikkate alan yeni bir atık yönetim politikası geliştirmesi gerektiğini söylüyor: “Acil eylem planı hazırlamalıyız ve bundan sonra tek bir litre bile atığı arıtmadan Marmara Denizi’ne bırakmamalıyız.”
Deniz biyoloğu Mert Gökalp de, “Atığı attığımızda sadece çökertme yapıyorsak, halının altına süpürüyorsak, bu durumu durduramayız.” diyerek ekliyor:
Kanal İstanbul Marmara Denizi’ndeki Yaşamı Nasıl Etkiler?
Gökalp, Kanal İstanbul’un en büyük tehlikelerinden birinin ekosistemi değiştirerek oksijeni azalan alanlar oluşturma riski olduğunu vurguluyor ve bunun da habitat yıkımlarına yol açabileceğine dikkat çekiyor. Prof. Sarı ise, Kanal İstanbul ile ilgili gerekli çevresel incelemelerin yapılmadığını belirtiyor: “Ne yazık ki Kanal İstanbul’u şu an kamplar halinde, aklımızı yitirmiş vaziyette tartışıyoruz; bilimsel temelde tartışmıyoruz. Kanal İstanbul’un müsilaj da dahil Marmara Denizi’ni nasıl etkileyeceğine dair elimizde bir model, bir veri yok.”
Kanalın debisi, derinliği ve Karadeniz’den gelecek su belli; yapmamız gereken şey bu alanda çalışan bilim insanlarının simülasyon yapması. Bu simülasyon ne diyorsa, ona uyulması gerekiyor.