Koronavirüs Pandemisi ve Aşılar
Koronavirüs pandemisi, insanoğluna büyük bir hastalık salgınının ne denli ölümcül ve yıkıcı olabileceğini hatırlattı. Aşıların yaygınlaşması ise hayatın normale dönmesi için en büyük umut kaynağımız oldu. Ancak, Covid-19, aşılama yoluyla mücadele edilen ilk hastalık değil. Yüz milyonlarca insan, tedavi olanaklarının mevcut olduğu bölgelerde yaşadıkları için şanslılar. Tarih boyunca, insanların hayatlarını kurtarmaya yardımcı olan bazı aşı programlarına bir göz atalım.
Çiçek Hastalığı
Çiçek hastalığı, aşının tarihindeki en büyük düşmanı olduğu kadar, aynı zamanda en etkili başarı hikayesidir. Sadece 20. yüzyılda, bu hastalık 300 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur. O tarihten daha önce de yüz milyonlarca insanın hayatını kaybettiği düşünülmektedir. Çiçek hastalığına yakalananların yaklaşık yüzde 30’u, vücutlarının her yerinde ağrılı kabarcıkların patlaması sonucu acı çekerek hayatını kaybetmiştir.
Hayatta kalanların çoğu ise görme engelli ya da yara bere içinde kalmıştır. İnsanlar, yüzyıllar boyunca çiçek hastalığı ile başa çıkmanın bir yolunu aradılar. Bu korkulan hastalık, tıbbi atılımlara ve sonunda bir aşının geliştirilmesine yol açtı. M.S. 1000 civarında, Çin’de enfekte insanlardan alınan kabuklar toz haline getirilerek burunlara sürüldü. Bu yöntemle, hafif bir çiçek hastalığı geçirerek hastalığa karşı bağışıklık kazandırmayı amaçladılar. Benzer teknikler Hindistan ve Afrika’da da kullanıldı. Nihayetinde, aristokrat Mary Wortley Montagu, Türkiye’deki uygulamayı öğrenerek 1700’lerin başında İngiltere’ye taşıdı.
İlk aşı, İngiltere’de Edward Jenner tarafından çiçek hastalığı için geliştirildi. Jenner, aşısının işe yarayıp yaramadığını görmek için kasıtlı olarak bir çocuğa çiçek hastalığı bulaştırmaya çalıştı. Bu yöntemle, sığır çiçeği hastalığını bulaştırmanın, insanları çiçek hastalığından koruyacağını kanıtlayan ilk kişi oldu. Aşılama, önceki yöntemlerden çok daha güvenli olmasına rağmen, hastalıkla mücadelede ilerleme çok yavaş gerçekleşti. 1967’de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından başlatılan Yaygınlaştırılmış Eradikasyon Programı, bu hastalığın kontrol altına alınmasına yardımcı oldu.
Doktorlara iki basit yenilik yardımcı oldu: Soğutularak saklanabilen ve taşınabilen bir aşı ile hastalara bir dozu kolayca uygulamak için kullanılan basit iki uçlu iğneler. Aşılama süreci, başlangıçta virüsün yayılmasını durdurmak için ülkelerin nüfusunun yüzde 80’inin aşılanmasını gerektiriyordu. Ancak görev çok büyüktü. Bunun yerine, Nijerya’da zorunlu aşı sistemleri geliştirildi. Burada, salgınların yerleri belirlendi ve yakın bölgedeki insanlar tespit edilerek aşılandı. Çiçek hastalığı, sadece 750.000 kişinin aşılanmasıyla Nijerya’nın doğusundaki 12 milyon nüfusluk bir alandan çıkarıldı. Böylece bu yöntem, dünya genelinde bir model haline geldi.
Sonuç olarak, çiçek hastalığı, dünya genelinde dehşet saçan bir hastalık olarak ortadan kaldırıldı ve şu anda yalnızca iki yerde kalmıştır: Bir Rusya’da ve bir de ABD’de yüksek güvenlikli laboratuvarda.
Çocuk Felci
Çocuk felci, çok daha az insanı öldürmesine rağmen, kurtulanlar için çiçek hastalığından daha acımasız bir hastalıktır. Esas olarak küçük çocukları etkileyen bu virüs, vücuda ağız yoluyla girer ve kan dolaşımına geçerek sinir sistemine saldırır. Virüs, 200 vakadan birinde geri dönüşü olmayan felce yol açar (genellikle bacaklarda). Felçli olanların 10’da 1’i, solunum kaslarının fonksiyonunu yitirmesi nedeniyle hayatını kaybeder.
Ciddi şekilde etkilenenler için en iyi umut, 1920’lerde icat edilen demir akciğerde zaman geçirmektir. Hastalar, bu makinelerde haftalarca kalmak zorunda kalabilmekteydiler. Dışarıdan bakıldığında herhangi bir semptom görülmediği için, İsveçli doktor Ivar Wickman, 1905 yılında çocuk felcinin bulaşıcı bir hastalık olduğunu nihayet kanıtladı. Bu keşif, birçok büyük şehirde temiz suyun yaygınlaşmasıyla bağlantılı olarak çocuk felci vakalarının azalmasını sağlarken, aynı zamanda toplulukların bağışıklık seviyelerini de düşürdü. Bu, salgınlar geldiğinde daha güçlü olmalarına yol açmaktaydı.
Gelişmiş ülkelerin dışında, çocuk felcinin nispeten nadir görüldüğü düşünülüyordu. Ancak çocuklukta felç olan insanlar üzerine yapılan araştırmalar, durumun böyle olmadığını gösterdi. 1952’de Amerikalı doktor Jonas Salk, ilk çocuk felci aşısını geliştirdi. 1961’de Albert Sabin, aşıyı ağızdan alınabilen bir formata dönüştürdü. Aşılar, ABD ve Avrupa’da çocuk felci vakalarını hızla düşürdü. Ancak, ABD ilaç tarihindeki en kötü olaylardan biri olan ‘Cutter Laboratories’ vakasında, canlı virüsü içeren 100 bin doz aşı üretildi ve bu durum sonucunda 160 çocuk kalıcı olarak felç oldu, 10 çocuk ise hayatını kaybetti. Neyse ki, bu trajik hata hastalığa karşı mücadeleyi durdurmadı.
1988’de WHO, Küresel Çocuk Felcini Yok Etme Girişimi’ni başlattı ve bu, hastalığın azaltılmasında büyük bir itici güç oldu. 1988’den bu yana çocuk felci vakaları yüzde 99 oranında azaldı. Bugün, aksi takdirde felç olacak 18 milyon insanın yürüyebilmesi ve çocuk felci aşısı sayesinde 1,5 milyon çocuğun ölümünün önlenmesi tahmin ediliyor. Ancak günümüzde çocuk felci yalnızca Afganistan, Pakistan ve Nijerya’da görülmekte ve her yıl yalnızca birkaç düzine vaka kaydedilmektedir. Tıp dünyası, bu bir zamanlar dünyanın dört bir yanındaki ebeveynlere endişe veren bu hastalığın yakında ortadan kaldırılabileceğini düşünmektedir.
Kızamık
Kızamık, aşılamanın hem başarı öykülerinden biri hem de başarısızlıklarından biridir. Afrika’daki Ebola salgınları son yıllarda dünya genelinde manşetlere taşınırken, kızamığın tarihte 20 binden az insanı öldürdüğüne inanılıyor. Ancak, her yıl yaklaşık 140 bin kişi kızamık nedeniyle sessizce hayatını kaybetmektedir. Bu kadar yüksek can kaybı, 1963’ten beri bir aşının mevcut olmasına rağmen gerçekleşmektedir.
Kızamık virüsü, öksürük, hapşırık veya doğrudan temastan damlacıklar yoluyla yayılmakta ve ateş ile döküntüye neden olmaktadır. Ölümlere neden olan komplikasyonlar arasında ishal, zatürre ve beyin iltihabı bulunmaktadır. Aşının geliştirilmesi büyük bir etki yaratmış olsa da, ölümleri yılda 2,6 milyondan aza düşürse de, hastalık o kadar bulaşıcıdır ki, aşılama oranlarının yüzde 95’in altına düştüğü her bölge hala yayılmaya devam etmektedir. Aşının keşfinden sonra gerçekleştirilen önemli atılımlara rağmen, durum birçok yerde daha da kötüleşmiştir.
ABD ve Avrupa’da, giderek daha az insanın aşılanması nedeniyle son yıllarda vaka sayısında bir artış meydana gelmiştir. Bu durumun bir kısmı, tıbbi kanıt olmaksızın insanların potansiyel yan etkiler konusunda endişelenmesinden kaynaklanmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki vakalardaki artış, daha az ölümle sonuçlansa da, diğer ülkelerde sonuçlar çok daha kötü olmuştur. 2019’un başından bu yılın yazına kadar, Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DRC), 7 binden fazla çocuğun ölümüne yol açan dünyanın en kötü kızamık salgınıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır. DRC gibi ülkelerde, özellikle uzak bölgelerde aşılara erişim en büyük sorun olarak öne çıkmaktadır. Kızamıkla ilgili artan sorunlarla başa çıkmak için WHO, 255 milyon dolar daha harcanması çağrısında bulunmuştur. Hastalığın ortadan kaldırılması için zorluklar olsa da, bugün hala can aldığı için de büyük bir öfke vardır.
Sıtma
Günümüzde, dünya nüfusunun neredeyse yarısı, sivrisinekler tarafından yayılan ve yılda yaklaşık 400 bin kişiyi öldüren sıtma paraziti riski altındadır. Sıtmanın, insanları tarih öncesinden beri etkilediğine inanılmaktadır; bu durum, evrimimize bile katkıda bulunmuş olabilir. Örneğin, orak hücreli anemi gibi bazı kan bozukluklarının daha yaygın hale gelmesine neden olmuşlardır.
Sıtmadan kaynaklanan ölümlerin yaklaşık yüzde 95’i Afrika’da gerçekleşmektedir. Hastalıkla mücadele etmenin birkaç yolu mevcutken, cibinliklerden enfeksiyonun erken aşamalarını baskılayan ilaçlara kadar, hem sivrisineklerin hem de parazitin tedaviye dirençli hale gelmesiyle ilgili artan sorunlar bulunmaktadır. Yakın zamanda aşı olmaması, 32 yıllık araştırma ve 700 milyon doları aşan maliyetlerin ardından, şimdi sıtma aşısı piyasaya sürülmüştür. Testler, hastalığın önlenmesinde dört yıl boyunca yalnızca yüzde 40 etkili olduğunu göstermektedir; bu, diğer başlıca aşılardan çok daha düşük bir etkinlik oranıdır.
Ayrıca, tedavinin tamamlanması için dört doz verilmesi gerekmektedir. Ancak bu sorunlara rağmen, doktorlar Malavi, Gana ve Kenya’da 2023’e kadar sürecek pilot uygulama programı konusunda iyimserdir. Denemeyi yürüten ekip, tek başına bir aşının sıtmaya karşı mücadelede sihir yaratmayacağını belirtse de, binlerce yıldır insanları öldüren bir hastalığa karşı mücadelede önemli bir araç olacağını vurgulamaktadır.