Yaklaşık iki milyar yıl sonra Güneş, büyüyerek okyanuslarımızı buharlaştıracak ve böylece kainattaki tek evimiz olan Dünya’yı kaybetmiş olacağız. Ancak bu durum, Andromeda Galaksisi ile Samanyolu’nun çarpışması gibi kozmik olaylar gerçekleşmeden önce başımıza gelirse. Ayrıca, önümüzdeki süre zarfında her 300 bin yılda bir meydana gelen olaylar arasında, yörüngemize doğru hızla ilerleyen asteroitlerden en az üç tanesinin gezegenimize çarpma ihtimali de bulunmaktadır. Bunun yanında, 1989 yılında çok daha küçük bir asteroitin dünya yörüngesinden geçip, bizi altı saat farkla ıskalayarak büyük bir felaketten kurtardığı bilinmektedir.
İnsanlığı tehdit eden unsurları detaylı bir şekilde inceleyen Lifeboat Vakfı, 300 bin yılda bir yaşanabilecek bu tür felaketleri Rus ruletine benzetmektedir: “Eğer o tetiği yeteri kadar çekersek, eninde sonunda kafamızı uçuracağız. Üstelik bunun yarın olmayacağının garantisi yok.” Dünya dışındaki yaşam fikrini destekleyen tehditlerin çoğu insan yapımı ve yakın geleceğe dair gerçeklerdir. Her yıl tükettiğimiz doğal kaynaklar, gezegenimizin sunduğunun çok üzerinde. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF), 2030 yılına gelindiğinde her yıl iki gezegenlik doğal kaynak tüketeceğimizi öngörüyor.
Uluslararası bir yardım kuruluşu olan Salgın ve Felaket Araştırma Merkezi, son on yılda meydana gelen kuraklık, depremler, aşırı yağışlar ve sel felaketlerinin, 1980’lere kıyasla üç kat arttığını ve bu bilgilerin kayıt altına alınmaya başlandığı 1901 yılına göre 54 kat artış gösterdiğini rapor ediyor. Bazı senaryolar, iklim değişikliğinin ciddi su kıtlığına yol açacağını, kıyı bölgelerinin sular altında kalacağını ve dünyanın dört bir yanında kıtlıkların baş göstereceğini öne sürüyor. Bunun yanı sıra, dünyada hayatı sona erdirebilecek faktörler arasında ölümcül patojenler, nükleer savaşlar ve Lifeboat Vakfı‘nın belirttiği gibi “gücü giderek artan teknolojilerin yanlış kullanımı” yer alıyor.
İnsanoğlunun gezegen için oluşturduğu riskler göz önüne alındığında, belki de gelecekte dünyayı korumak amacıyla terk etmek zorunda kalabiliriz. Dünya, zamanla ziyaret ettiğimiz bir doğal müzeye dönüşebilir. Karşımıza çıkan tehditlerin hiçbiri uzak bir ihtimal değil. İklim değişikliği, şu anda hayatımızı etkisi altına alıyor ve geçmişte gezegenimizin en az bir kez asteroid çarpması sonucu türlerin kitlesel yok oluşuyla yüzleştiği biliniyor. Savunma sanayisinin tanınmış şirketlerinden General Dynamics‘in İleri Bilgi Sistemleri bölümünde çalışan mühendis Tihamer Toth-Fejel, “Dinozorların soyu tükendi çünkü uzaya açılacak bir uygarlık kuracak kadar zeki değillerdi” ifadesini kullanıyor. Toth-Fejel, aynı zamanda Lifeboat Vakfı‘nın uzaya yerleşim komisyonunun 85 üyesinden biri ve “Şimdiye kadar dinozorlardan çok da farklı bir şey yapmadık” diye de ekliyor.
New York Üniversitesi‘nden kimyager Robert Shapiro’nun öncülüğünde başlatılan “Uygarlığı Kurtarma Birliği” adlı proje, bu felaketlerin kaçınılmazlığının şu anlama geldiğini vurguluyor: “Uygarlığımızın bir kopyasını hazırlamalı ve zarar görmeyeceği bir yere, uzaya taşımalıyız. Başka bir deyişle, geleneklerimizi ve kültürel başarılarımızı yedeklemeliyiz.” 2005 yılında, o zamanın NASA yöneticisi Michael Griffin, ulusal uzay programının amaçlarını benzer bir şekilde açıklamıştı: “Eğer biz insanlar yüz binlerce ya da milyonlarca yıl yaşamak istiyorsak, er ya da geç diğer gezegenlere yerleşmeliyiz. Ne zaman olacağını bilemem ancak bir gün, dünya dışında yaşayan insanların sayısı dünyada kalanlarınkini aşacak.”
Nereye?
Uzak uzayda yaşam alanları kurma fikri için birçok seçenek mevcut. 12 binden fazla üyesi bulunan Ulusal Uzay Topluluğu, uzayda yerleşmeler kurmaya kendini adamış ve ilk olarak yaşamı destekleyecek kaynaklara sahip bir gezegene gideceğimizi öngörüyor. 2000 yılında, 200 milyon dolarlık bir araştırma sonucunda NASA, DNA’mıza zarar veren yüksek enerjili kozmik radyasyondan korunmak için Ay yüzeyinin birkaç metre altında bir koloni kurulabileceği veya mevcut bir kraterin içinde yaşanabileceği düşüncesini geliştirmiştir. NASA’nın araştırmasında, kolonide bir nükleer santralin ve güneş panellerinin yanı sıra, Ay yüzeyinden karbon, silikon, alüminyum ve gerekli diğer materyalleri çıkarmak için çeşitli yöntemlerin de adı geçmektedir.
Ulusal Uzay Topluluğu, 2008 tarihli “Uzayda Yerleşimin Yol Haritası” adlı raporunda, Ay’ın en mantıklı durak olduğunu, burada bulunan buzun yaşamın devamlılığını sağlayabileceğini ve kalıcı uzay üslerinin, otellerin, hatta kumarhanelerin açılabileceğini belirtmektedir. Ancak, uzayda yerleşimi savunan bazıları Ay’ı tamamen atlamayı öneriyor. Bizim Ayımız daha yakın olsa da, Jüpiter’in, Satürn’ün, Uranüs’ün ve Neptün’ün uydularında daha fazla su, karbon ve azot bulunduğu düşünülüyor. Bunun yanı sıra, güneş sistemimizde Dünya’ya en çok benzeyen yer Mars’dır. “Mars ile Ay arasındaki fark, deniz keşiflerinin yapılmasından önce Kuzey Amerika ile Grönland arasındaki farka benziyor” diyor Robert Zubrin. Zubrin, Mars’a keşif seferleri düzenlenmesini ve oraya yerleşilmesini savunan Mars Topluluğu’nun başkanıdır. Ay’ın aksine, Mars’ın insanları kozmik ışınlardan nispeten koruyabilecek bir atmosferi ve Dünya’nınkinin %40’ı kadar yerçekimi bulunmaktadır.
Ne Zaman?
Er ya da geç uzayda yaşamaya başlayacağımızdan neredeyse emin olan araştırmacılar, mühendisler ve astronomlar, bu adımı varoluşsal bir zorunluluk ve doğal insan gelişimin bir parçası olarak görmekte ve esnek bir zaman anlayışına sahipler. Sürünerek sudan karaya çıkan ve evrimleşen bizler, ileride Titan’daki kolonilerde veya derin uzayı arşınlayan yıldız gemilerinde yaşamayı hayal edemeyiz mi? Bu gezegenden ayrılmamız ne kadar sürerse sürsün, bu çabayı kim başarırsa başarsın, bu girişim bile dünyadaki insanlara sayısız fayda sağlayacaktır. Kapalı döngüye sahip sürdürülebilir habitatlar tasarlamak açları doyurabilir. Gelişmiş itki yöntemleri, dünyadaki taşımacılıkta devrim yaratabilir ve fosil yakıtlarına bağımlılığımızı sona erdirebilir. Asteroidleri daha iyi anlamak, değerli madenler elde etmemizi veya bir gün üzerimize gelen bir asteroidin yörüngesini değiştirmemizi sağlayabilir. Tau Zero’dan Marc Millis, uzayı kolonileştirmenin “hayatta kalmakla değil, başarmakla” ilgili olduğunu belirtiyor ve hala serüvenlerin olduğunu ve halkın iyiliği için cesurca şeyler yapılabileceğini ekliyor. Millis için, insanları buna iten sorular basit: “Gelecekte, yaşaması heyecan verici bir dünya için ne yapabiliriz? Sabah uyandığınızda yaşadığınıza ve insan olduğuna şükredeceğiniz bir hayat için.”