1. Haberler
  2. Yaşam
  3. Ferdi Tayfur’un Vefatı ve Hayranlık: Psikolojik Açıklamalar

Ferdi Tayfur’un Vefatı ve Hayranlık: Psikolojik Açıklamalar

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ferdi Tayfur’un Vefatı ve Hayranlarının Vefası

Ferdi Tayfur'un Vefatı ve Hayranlarının Vefası

Arabesk müziğin en sevilen isimlerinden biri olan Ferdi Tayfur, 2 Ocak’ta tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini yumdu. Bu üzücü haber, müzik dünyasında büyük bir boşluk bıraktı. Ferdi Tayfur’un Atatürk Kültür Merkezi’ndeki anma töreni ve cenazesi, bir insan seline ev sahipliği yaptı. Ülkenin dört bir yanından gelen hayranları, Ferdi Tayfur’u gözyaşları içinde son yolculuğuna uğurladı. Tayfur’un vefatı, insanların bir ünlüye beslediği bu denli derin sevginin nedenini sorgulamamıza yol açtı. Birçok kişi, şarkıcılara, oyunculara, dizilere/filmlere, spor takımlarına ve hatta sporculara aşırı bir hayranlık duyabiliyor. Aşırı hayranlık yaşayan insanların ilginç hikayelerini dinledik ve konuyu uzmanına sorduk: Psikoloji bu durumu nasıl açıklıyor?

‘KONSERİNE HİÇ GİDEMEDİM AMA CENAZE NAMAZINI KILABİLDİM’
Adem K. (45)

Ferdi Tayfur ile tanışmam, onun şarkılarına bağımlı olmam, lise yıllarıma dayanıyor. Liseye başladığım yıl, 15 yaşımda bir arkadaşım bana Ferdi Tayfur’un ‘Prangalar’ şarkısını dinletti. O anı asla unutmuyorum; adeta büyülenmiştim. Okul çıkışı kasetçiye gidip, cebimdeki tüm harçlıkla albümünü satın almıştım. O günden sonra her yeni albümü çıktığında hemen gidip alıyordum. Ferdi Tayfur’un tüm şarkılarını, hangi albümde olduklarını ve albümdeki şarkıların sırasını bile biliyorum. Yıllardır güne Ferdi Tayfur ile başlıyorum; her sabah bir şarkısını dinleyip evden öyle çıkıyorum. Sabahları dinlemeyi en sevdiğim şarkısı ise ‘Sabahçı Kahvesi’dir.

Küçük bir şehirde yaşadığım için hayatım boyunca hiç Ferdi Tayfur konserine gidemedim. Bu hep hayalimdi ama artık bunu asla gerçekleştiremeyeceğim. Ancak cenaze haberini alır almaz kafama koymuştum, cenazeye gidecektim. Anma töreni ve cenaze planı belli olunca iş yerimden izin alıp İstanbul’a geldim. Atatürk Kültür Merkezi’ndeki anma töreni ve cenaze töreninde yaşadığım duyguları tarif etmek imkânsız. Ferdi Tayfur’un şarkılarını hep bir ağızdan söylemek ve onu son yolculuğuna uğurlamak… Konserine hiç gidemedim ama cenaze namazını kılabildim. Bu gurur benim için yeterli.

‘OYUNCULAR, SENARİST VE YÖNETMEN BİLE DİZİYİ BU KADAR SAHİPLENMEMİŞTİR’
Burcu A. (28)

Şu an yayında olan bir diziye kelimenin tam anlamıyla bağımlıyım. Her gün bölümlerini izliyor, fragmanlarını heyecanla bekliyorum. Yeni bölümün yayınlandığı gün, eve misafir bile kabul etmiyorum. Sosyal medyada o diziyle ve oyuncularıyla ilgili sayfaları takip ediyorum. ‘Fan club’ sayfası açmamak için kendimi zor tutuyorum ama şu an için o kadarını yapmadım. Çevremdekiler benimle dalga geçiyor ve “O bir dizi, oyuncuları, senaristi hatta yönetmeni bile bu kadar sahiplenmemiştir” diyorlar ama umurumda değil. Diziye yönelik en küçük eleştiri bile sinirlerimi bozuyor.

‘TAKIMI BABAMDAN DAHA ÇOK SEVİYORUM’
Baran Y. (26)

Fenerbahçe’ye olan tutkum, hayatımın ayrılmaz bir parçası. Her maç günü, stadyumun atmosferine adım attığımda kalbimdeki heyecanı tarif etmekte zorlanıyorum. Sarı-lacivert renklere olan sevgim, sadece bir takım tutmaktan çok daha fazlası; bu, bir yaşam tarzı ve aidiyet duygusu. Fenerbahçe’nin tarihi, başarıları ve efsane oyuncuları benim için sadece futbol değil, aynı zamanda bir kültürün ve topluluğun parçası. Her galibiyet, sadece bir puan değil; dostlukların pekiştiği, hayallerin gerçekleştirildiği anlar. Son dönemlerde biraz üzülüyor olsak da takımı, babamdan bile daha çok seviyorum.

‘YANIMDAKİ ÇOCUK KENDİNİ JİLETLEDİ… ALLAH’IM BEN NE YAŞIYORUM?’
Adnan F. (52)

Müslüm Gürses’in hayranlarının konserlerde kendini jiletlediğini bilmeyen yoktur. Ben bunu hiç yapmadım ama o dönem bunu yapanları anlıyordum. İnsanlar dertlerini, acılarını fiziksel olarak dışa vurmak istiyordu. Müslüm Baba’nın şarkıları bize daha fazla acı çektiriyor ama bir yandan da duygularımıza tercüman oluyordu. Ancak 1992 yılında Gülhane Parkı’ndaki konserinde bazı şeylere canlı şahit olunca, bir şeyler ‘dank etti.’ O zamanlar 19 yaşında, hayatın bütün yükünü kendi omuzlarımda zanneden, dünyadaki en büyük aşk acısını çektiğimi düşünen bir gençtim. Müslüm Gürses’in şarkıları acılarıma ilaç gibi gelmişti. Dinlerken hem daha çok üzülüyor hem de birinin beni bu kadar iyi anlayabileceğini hissetmenin tadını çıkarıyordum.

Gülhane konserinin olacağını duyduğumda yaşadığım heyecanı tarif edemem. Ne yapıp edip o konsere gidecek, acımı herkesle beraber çekecektim. Konsere gittim ama şahit olduklarım şimdi bile beni şoka sokuyor. Müslüm Gürses daha sahneye çıkar çıkmaz yanımdaki çocuk ‘Yaktın beni dünya’ diye bağırarak kendini jiletlemeye başladı. Allah’ım ben ne yaşıyordum? Derken Müslüm Baba şarkıya girdi ve ortalık deyim yerinde kan gölüne döndü. Gitmek istesem gidemiyorum, binlerce insan var. O konserin sonu nasıl geldi, ben nasıl durabildim inanın hatırlamıyorum. Ama konser alanından çıkmayı başardığımda değişmiştim. Birini sevmek, şarkılarında duygulanmak böyle bir şey olmamalıydı. Kendine zarar vermek ne demekti? O günden beri hala Müslüm Gürses’i severek dinliyorum ama içimdeki o hisler körelmiş durumda.

* * * *

İnsanların tanımadığı kişilere duyduğu aşırı hayranlığın sebeplerini Uzman Klinik Psikolog Berkay Ateş ile konuştuk.

PSİKOLOJİDE BAZI SENDROMLAR VAR

Yaşanan aşırı sevgi ya da hayranlık durumunun psikolojide bazı karşılıkları olduğunu belirten Ateş, “Psikolojide bu konuyla ilgili bazı sendromlar bulunmaktadır. Örneğin, ‘para-sosyal ilişki’ dediğimiz kavram önemli bir yere sahiptir. Para-sosyal ilişki, kişinin tanımadığı bir ünlü ya da karakterle tek taraflı bir bağ kurması anlamına gelir. Bu bağ, adeta bir arkadaşlık ya da aile bağıymış gibi yoğun duygusal bir hale dönüşebilir. İnsan, idolünün başarılarını ve üzüntülerini kendi hayatına yansıtarak hisseder. Bu durum zaman zaman ünlü saplantısı bozukluğu olarak da adlandırılabilir” dedi.

Berkay Ateş, bir diğer sendromun ‘idolizasyon’ olduğunu da vurguladı. “İdolizasyon, bir figürü idealize etme yani kusursuz bir imge haline getirme durumudur. Eksiklik hissettiğimiz özellikleri taşıyan figürlere hayranlık duyabiliriz. Eğer sosyal kaygılarımız yüksekse, toplum içinde kendimizi rahatsız hissediyorsak, bunun tam tersi olan rahatlık özelliklerine sahip figürlere hayranlık geliştirebiliriz. Bu özdeşim kurma, kendimizde eksikliğini hissettiğimiz özelliklerin bilinçdışında yarattığı baskıyı hafifletip rahatlatabilir” ifadelerini kullandı.

‘KUSURSUZA YAKIN GÖRDÜĞÜMÜZ İÇİN ÇOCĞUMUZA İSMİNİ VEREBİLİYORUZ’

Bir kişi nasıl oluyor da şarkılarını beğendiği ya da oyunculuğuna hayran olduğu birine aşırı derecede bağlanabiliyor?” sorusunu yönelttiğimiz Ateş, “Özellikle ergenlikten itibaren kimlik oluşturma sürecine giriyoruz. 20’li yaşlar boyunca bu kimliği oturtmaya çalışıyoruz. Genç yaşta kimlik arayışı içerisinde olan bireyler, hayran oldukları figürler üzerinden kendi kişiliklerini şekillendirme eğiliminde olabilirler. Bir şarkıcının şarkı sözleri, o bireyin hayatına anlam katabilir ve bir tür ‘rehber’ haline gelebilir” dedi.

  • Kendimizle özdeşleştirdiğimiz hikayelere daha kolay gireriz, empati kurmamız kolaylaşır. Ne kadar benzerlik görürsek, kendimizde kabul edemediğimiz duyguları ve düşünceleri dışa vurma, dışarıdan görme ve deşarj etme şansı elde ederiz. Bu da rahatlamaya yol açabilir.
  • Ayrıca hayran olduğumuz idolümüzle kurduğumuz bağın kopmasını istemediğimiz zaman bunu kalıcı hale getirmek için çocuğumuza veya evcil hayvanımıza onun ismini verebiliriz. Bir şekilde bağ kurduğumuz idolü çevremizde sürekli yaşatmak isteyebiliriz. Bu durum anlaşılır olsa da, kişinin kimlik geliştirme süreçlerinde sorunlar olabileceğinin de göstergesi olabilir.
  • Aynı zamanda, idolümüzün kusursuza yakın olması hissinden dolayı, dünyaya getirdiği çocuğun da onun gibi olmasını istediği için bunu yapıyor olabiliriz.
  • Kişi, hayatında yetersiz hissettiği ve başaramadığı bazı şeyleri idolünün başarabildiğini gördükçe, bunu sonraki nesline aktarmak isteyebilir. Veya kendisinde eksik gördüğü bir özelliği idolü üzerinden motivasyon kaynağına dönüştürebilir. İdealize etmek zaten böyle bir şey. Ancak kişi, idolüne gereğinden fazla ve gerçekliğin ötesinde anlamlar yüklediği zaman kendi gerçekliğinden kopma riski taşır.

BİR DE TAKIMLARA AŞIRI FANATİKLİK DUYANLAR VAR. HATTA TAKIMLARI MAÇ KAYBEDİNCE SİNİR KRİZİ GEÇİRENLER, KAVGA EDENLER…

Ateş’e göre fanatizm, pozitif bağlılık hislerinden ziyade rakibe yönelik negatif hislerden besleniyor. Fanatizm dışında, sosyal oluşumlara yönelik hayranlıkta ise sosyal kimlik teorisi devreye giriyor. Bir futbol takımını desteklemek veya bir diziyi sahiplenmek, bireye ait olma hissi veriyor. Kimlik sorunları ve ait olma ihtiyacını karşılayamayan bireyler için bu ihtiyacı bir gruba mensup olarak karşılamak önemli bir rahatlama aracı oluyor. Berkay Ateş, bunun temelde grup aidiyeti ve kimlik meselesiyle ilgili olduğunu belirtti ve ekledi: “İnsanlar bir gruba ait olduklarında, o grubun başarılarıyla kendi değerlerini bütünleştirirler. Bu sayede bireysel kimlikleriyle elde edemedikleri başarıları, ait oldukları grup üzerinden giderebilme fırsatı bulurlar. Bir futbol takımı, sadece bir spor takımı değil; bazen bir şehir kimliği, bir mahalle kültürü ya da bir aile geleneği haline gelir. Birey, bu grubun bir parçası olduğunda yalnız hissetmez ve aidiyet duygusu güçlenir.”

‘AİDİYET BIREYSEL KİMLİĞİN ÖNÜNE GEÇMEYE BAŞLAYABİLİR’

Ateş, “Bu aidiyet bir yerden sonra bireysel kimliğin önüne geçebilir. Bu durumda tehlike çanları çalmaya başlar. Kişi, grup kaybettiğinde bunu kişisel bir yenilgi gibi hissedebilir. Tuttuğu takımın yenilmesini bireysel bir başarısızlık olarak gören bir taraftar, çocukluğundan beri içinde barındırdığı yetersizlik ve başarısızlık hisleriyle bir anda ‘nefret ettiği’ bir rakip takım tarafından yüzleşmek zorunda kalabilir. Buradan da görüyoruz ki benlik algısı tamamen dış başarıya bağlanmış bir duruma girebilir. İşte burada tehlike başlar” dedi.

Ayrıca, bazı bireyler sosyal gruplara dahil olarak farklı bir statü kazanma hissine kapılabilirler. Taraftar grupları içinde lider olmak ya da görünür olmak, kişinin toplumsal kabul ihtiyacını karşılayabilir. Grup içi statü kaygıları da fanatik davranışları besleyebilir. Hayranlık ya da taraftarlık, kişinin kimlik ve duygusal ihtiyaçlarıyla uyumlu olduğu sürece sağlıklıdır. Ancak bu bağ, kişinin hayatının merkezine oturduğunda ya da gerçeklik algısını bozduğunda tehlikeli hale gelebilir. Örneğin, sevdiği karakter dizide ölünce yas tutan kişi, gündelik hayatın gerçekliğinden ve işlevselliğinden kopma riski taşır.”

Fotoğraflar: Hürriyet Arşiv

Ferdi Tayfur’un Vefatı ve Hayranlık: Psikolojik Açıklamalar
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

xGundem ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin