Felsefe Eğitimi ve Gelişimi
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okumaya başladığım 1954-1955 akademik yılında, Türkiye’de yalnızca bir felsefe bölümü daha bulunmaktaydı: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki Felsefe Bölümü. Günümüzde ise, Türkiye genelinde 58’i devlet, 7’si vakıf olmak üzere toplam 65 felsefe bölümü mevcuttur. İstanbul Üniversitesi’nde eğitim aldığım yıllarda, felsefe bölümünde belirli bir dört yıllık lisans programı yoktu. Her dönem başında bölüm hocaları toplanarak o dönemde verecekleri dersleri belirleyip bir program oluştururlardı. Bu yaklaşım, öğrenciyi değil, öğretim üyesini merkeze alan bir sistemdi.
Bölüm, “Felsefe Tarihi” ve “Sistematik Felsefe” olmak üzere iki ana alt dala ayrılmıştı. Felsefe Tarihi derslerinde belirli filozofların görüşleri tanıtılırken, Sistematik Felsefe derslerinde felsefenin çeşitli alanlarına dair bilgiler verilirdi. Ancak, bir lisans programı, öğrencilere filozofların görüşlerini kronolojik bir sırayla sunmalı ve felsefenin temel alanlarının tarihsel gelişimini öğretmelidir. Böylece, öğrencilerin hangi felsefi alanın problemleriyle ilgilendiğine karar vermelerine yardımcı olunmalıdır.
Felsefe Ne İşe Yarar?
Yeni felsefe bölümlerinin programlarına baktığımızda, çoğunun yurt dışındaki üniversitelerin felsefe programları örnek alınarak hazırlandığını görüyoruz. Yurtdışında eğitim almış olan meslektaşlarımızın katkılarıyla oluşturulan bu programlar, mezun oldukları üniversitelerin etkilerinden de izler taşımaktadır.
Bununla birlikte, bir felsefe programı oluşturmak için önce bazı temel sorulara yanıt aramak ve izlenecek yolun netleştirilmesi gerekmektedir. Bu soruların ilki “Felsefe ne işe yarar?” sorusudur. Bu soruya gerçekçi bir yanıt verebilmek için, “Felsefe bilgisinin özelliği nedir?” ya da “Felsefe neyin/nelerin bilgisini sağlar?” gibi sorulara da yanıt verilmelidir. Bu yanıtlar, yaşamdan ya da edebi eserlerden alınan “empirik” örneklerle desteklenmelidir.
İkinci soruya verilebilecek bir cevap, felsefenin var olanların özelliğini, yani belirli bağlantılar içinde her bir varlık çeşidinin ne olduğunun bilgisini sağlamasıdır. Bu bilgiyi elde etmek için öncelikle metodun nasıl işlediğini göstermek gerekmektedir. Felsefe bilgisi, temel olarak, bir problem karşısında bilme konusu yapılanın ne olduğunu bildirir. Bu bilgi ya bilme konusu yapılanın varlık yapısını gösterir (bu, fenomenolojik redüksiyon metoduyla mümkündür) ya da bir kavramın içeriğinin ne olduğunu ve bu kavramın yakın kavramlardan farkını (genus proximum ile differentia specifica’sını) açıklayan bilgidir.
Bizde Neden Filozof Yok?
Felsefe alanında çalışmak, yalnızca yeni felsefi bilgi üretmekle sınırlı değildir. Yüzyıllar boyunca felsefeye katkıda bulunmuş filozofların düşüncelerine ışık tutmak ve bu bilgilerin gelişim sürecini incelemek de felsefede bilimsel çalışma anlamına gelir. Yeni perspektifler sunan filozoflardan farklı olarak, felsefe tarihçisi, alanın gelişim çizgisini belirler ve okuyucuların felsefi bilgiye ulaşmalarına yardımcı olur.
Yıllarca ezbere tekrarlanan “Bizde neden filozof yok?” sorusu, bu soruyu soranların üretilen yeni felsefi bilgiyi ve bu bilginin değerini görememesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu durumu anlayabilmek, dünya genelinde felsefe alanında nelerin yapıldığını ve günümüzde nelerin gerçekleştiğini bilmekle mümkün olmaktadır. Acaba kaç kişi bu bilgiye sahip? Bu söylediklerim değer ve değerler açısından da geçerlidir. Araştırma yapmadan bu konulara dair bilgi sahibi olmanın anlamı bir yana, felsefenin günlük yaşamımıza en önemli katkısı, olaylara ve durumlara kültürel değer yargılarıyla değil, değer bilgisiyle bakmayı öğretmesidir.
Günümüzde televizyon kanallarındaki tartışmalara ve reklamlara göz atıldığında, çağrışımlı düşünmeyi aşmak ve olan bağlantıları görebilmek adına büyük bir ihtiyaç olduğu açıkça görülmektedir. Bağlantısız ve çağrışımlı düşünmenin en belirgin örneklerinin reklamlar olduğu ifade edilebilir. Günümüzün beyin yıkayıcıları olan reklamları hazırlayanların, bu tür yanlışlardan kaçınmaları konusunda eğitilmesi, en azından ezberlenenlerin “doğru” olmasına dikkat etmenin, faydalı olabileceği düşüncesindeyim.
Cumhuriyetin 100. yılında, ülkemizdeki felsefe eğitimini bu bakış açısıyla ve burada söz edilmeyen başka yönlerden yeniden gözden geçirmenin yararlı olacağını düşünüyorum.