İhsan Dindar – İstanbul
Günümüzde insanlar, tarihte hiç olmadığı kadar mobilize olmuş durumda. Milyonlarca insan, dünyanın bir yanından diğerine birkaç saatlik yolculuklarla ulaşabiliyor. Ancak bu seyahatler, günümüzde tüketim kültürünü beslemekten başka bir amaca hizmet etmiyor. Sizin kitabınız da tam böyle bir dönemde, çok farklı bir bakış açısıyla karşımıza çıkıyor. Kitapta da bahsettiğiniz gibi, henüz okumayanlar için soruyorum; bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
Endülüs’e yaptığım ilk ziyaret, beni derinden etkiledi. Bu seyahat, bir tur şirketi aracılığıyla ve rehber eşliğinde gerçekleşti. Ancak rehberin yaptığı anlatımlar, bana pek tat vermedi. Özellikle Elhamra Sarayı’nın, Endülüs İslam Devleti’nin çöküş döneminde inşa edilmesine rağmen sanatta zirveye ulaşabilmiş olmasının nedenini bir türlü anlamlandıramamıştım. Dönüşümde, Endülüs hakkında yazılan ve erişebildiğim tüm kitapları ve makaleleri okudum. Artık yeniden gitmeye hazırım. İkinci ziyaretimde Elhamra Sarayı’na tam 7 saat ayırdık. Sanırım bu süre zarfında son çıkanlar arasındaydık. İçimden ayrılmak gelmiyordu. Gelecek sefer, bu sarayı mutlaka gece ziyaret ederek büyük mum alevlerinin havuzlar üzerindeki yansımalarını hayalimde canlandırmayı planlıyordum. O kadar çok ayrıntıyı yerinde incelemiştik ki…
Bir gezinin tadı, ayrıntıları fark ettikçe ve görülen yapının estetik güzelliklerini anladıkça artıyor. Belki biraz yorucu olabilir ama zihninizde unutulmaz bir lezzet bırakıyor. Bu ikinci ziyaretimden sonra, hissettiklerimi ve izlenimlerimi başkalarına aktarma arzusu duydum. Yazarken yeni kaynaklara ulaştım. Prosper Mérimée’nin Carmen romanını yeniden okudum. Chateaubriand’ın Son İbn Sirac’ın Serüvenleri isimli romanını keşfettim. İlk gençlik yıllarımda tanıdığım İspanyol şairlerini, İspanya İç Savaşı ve Napolyon’a karşı verilen Bağımsızlık Savaşı’na dair kaynakları yeniden gözden geçirdim. Flamenko müziğine de derinlemesine dalış yaptım. Tüm bu okumaların etkilerini, gezi kitabımın içine ustaca serpiştirdim.
İspanya’yı şehir şehir gezerken sadece sokakları ya da binalarıyla değil, kültürel tarihiyle de inceliyorsunuz. Kitabın yazım aşamasında nasıl bir hazırlık yaptınız?
Belirttiğim gibi, ikinci gidişimden önce gerekli kaynaklara erişim sağladım ve kendi özel gezi notlarımı oluşturdum. İlk ziyaretimde Elhamra Sarayı’nın satış bölümünden aldığım kitapların faydası büyük oldu. Artık sarayın hangi bölümünde ne olduğunu hafızama kazımıştım. Örneğin, “Elhamra’yı Okumak” isimli kitap, sarayın duvarlarındaki kufi yazıların anlamlarını ve ilgili bölümlerin fotoğraflarını içeriyordu. Bu eser, inanılmaz bir hazineydi. Kimi yerlerde Kuran’dan ayetler, kimi yerlerde ise İbn Zamrak ve İbnül Hatip’in şiirleri yer alıyordu. Bu kitapta yer alan Kuran ayetlerinin ve şiirlerin konumları, rehber anlatımlarının bir kısmında doğru bilgi verilmediğini gözler önüne serdi. İslam uygarlığından arda kalanları yerinde inceleyen yazılar da bana ışık tuttu. Bu alanda okuduğum makaleler arasında, Lütfi Şeyban hocanın dizisi en dikkat çekici olanlardı.
Kitabı hazırlarken, yazı ve fotoğraf dengesini iyi kurmayı hedefledim. Okuması kolay, resimleri dikkat çekici bir kitap olması için çok çaba harcadım. Neredeyse 1500 fotoğraf arasından seçilen fotoğraflar, kitabı zenginleştirdi. Bu noktada, İletişim Yayınevi’ndeki tasarımcı arkadaşımız Suat Aysu’nun titiz çalışmasını ayrıca vurgulamak isterim. Onun önerdiği tasarıma göre fotoğraf seçimlerini birlikte gerçekleştirdik. Öte yandan, yazı bileşimini oluştururken, didaktik olan kısımları mümkün olduğunca dipnotlara kaydırdım. Bazı bölümlerde tarihin anlatmadığı kısımları, boşlukları öykülendirerek canlandırmaya çalıştım. Ortaçağ ve yakınçağ rivayetlerinden, magazininden küçük esintilere yer verdim. Bazı yerlerde yapıları, bazı yerlerde ise portreleri ön plana çıkardım. Endülüs, aynı zamanda Ziryab’ın Bağdat’tan gelerek yaşadığı ve saray baş müzisyeni olduğu bir yer. Burada, çok özel bir udi olan “Siyah Kuş” lakaplı Ziryab’ın Avrupa’nın ilk konservatuvarını Cordoba’da kurduğunu ve bunu diğer şehirlere yaydığını söylemekle yetinelim.
Bu kitabı kaleme alırken gözlemlerinizden ve üslubunuzdan etkilendiğiniz bir seyyah veya gezi yazarı oldu mu?
Açıkçası, doğrudan etkilendiğim kimse yok. Kitap, içeriğinden biçimine kadar kendine özgü bir üslup ve bileşim sergiliyor. Ancak genel bir çerçevede etkilendiğim bir gezi yazarı varsa, tereddütsüz Bursa’da Zamanın yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar’ı söyleyebilirim.
Gezileriniz sırasında İspanya’da en çok etkilendiğiniz yer neresi oldu? Ya da kendinizle en çok özdeşleştirdiğiniz yer hangisiydi?
Buna net bir yanıt vermek oldukça zor. En çok etkilendiğim yerlerden ziyade, hissettiğim farklı etkileri belirtmek daha anlamlı olabilir. Çünkü Granada’da başka, Sevilla’da farklı, Cordoba’da, Ronda’da ve Toledo’da bambaşka şeyler hissediyorsunuz. İbn Rüşd’ün, İbn Meymun’un memleketi; bir zamanlar dünyanın en büyük birkaç sarayı arasında yer alan Medinetüzzehra Sarayı’nın, 400.000 el yazması kitabın bulunduğu ünlü kütüphanenin ve dünyanın en büyük camilerinden Mezquita’nın yer aldığı Cordoba’da, Endülüs’ün sanat, ilim ve irfan alanındaki zirve dönemini; Elhamra Sarayı’nın bulunduğu Granada’da ise Doğu’nun masallarını, estetiği, flamenkoyu ve Lorca’nın şahsında İspanya İç Savaşı’nı hissetmek mümkün. Ulucami yerinde inşa edilen Katedral, Giralda ve Alcázar’ın buluştuğu Sevilla’da bu toprakların müşterek kültürü olan mudejar sanatını; Ronda’da ise daha çok yakın dönemi, Hemingway’i, Orson Welles’i, İspanya İç Savaşı’nı ve boğa güreşi tutkusunu hissediyorsunuz. Ancak itiraf etmeliyim ki, Toledo gerçekten etkilendiğim şehirlerin başında geliyor. Belki 1000 yıl öncesinden kalma yapıları, belki Katedral’de yer alan El Greco tabloları ya da Rönesans’ın temeline döşenen taşlarla ön plana çıkan Toledo Çeviri Okulu’nun orada doğmuş olması nedeniyle…
Genel bir soru olarak, bir yeri nasıl gezmeliyiz?
Bu, oldukça zor bir soru ve kesin bir doğru cevabı yok. Benim yöntemim, kişisel zevklerime dayalı bir tarz. Keyif alma sübjektif bir konu olduğu için herkesin kendi özel gezi tarzını yaratması daha doğru. Geçmişten gelen beğenilerimiz, merakımızın yoğunlaştığı alanlar, zevk aldığımız müzik, yemek gibi unsurlar bu tarzı belirleyecektir. Genel bir öneri olarak şunu söyleyebilirim: Her gezide, o yerin tarihi, bugünü, sanatı, edebiyatı, müziği, kültürü, önemli yapıları, ziyaret edilecek müzeleri, ünlü portreleri ve yemekleri gibi asgari bir not oluşturulması, gezinin daha keyifli olmasını sağlayabilir. İkinci bir önerim ise, belki ilk gidişlerde ayrıntılı araştırma yapmak zor olabilir. Ancak ikinci gidişlerde mutlaka bir araştırma ve günlük gezi planları yapılmalı. Ziyaret edilecek yerlerin açık olup olmadığı kontrol edilmeli; mümkünse biletler, önceden internetten alınmalıdır. Aksi takdirde zaman hızla geçerken birçok yeri görmeden dönme ihtimali artar.
Sizce turistler, modern seyyahlardır diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Artık eski dönemlerde olduğu gibi tek tük seyyah yok. Neredeyse herkes bir seyyah. Instagram çıktığı günden beri herkes gezdiği, gördüğü yerlerin, yediklerinin anlık paylaşımlarını yapıyor. Bu, müthiş bir zenginlik sağlıyor. Birçok gezgin kendi bloglarını oluşturuyor ve gördüklerini fotoğraflarıyla, izlenimleriyle anlatıyorlar. Bir yere gitmeyi düşünen ve araştırma yapmaya vakti olmayanlar için bu bloglar büyük bir fırsat sunuyor. Kısa bir çalışma ile bloglardan gezi planları oluşturmak mümkün. Artık her turist, hem seyyah hem de gezi yazarı olabiliyor.
Siz aslında bir avukatsınız. Ama aynı zamanda içinizde bir seyyah ruhu taşıdığınızı söyleyebilir miyiz? Gezmenin sizde yarattığı hissiyat nedir?
Bu topraklarda doğmamız bir rastlantı. Başka bir yerde doğabilir, başka bir dili konuşuyor olabilirdik. Bu nedenle gezdiğimiz yerler, aslında doğmadığımız ama doğma ihtimalimizin olduğu diğer memleketlerimizdir. Başkaları, bizim yaşayamadığımız diğer kimliklerimizdir. O kimliği, yaşadığı yeri, geçmişini, bugününü, yediğini, içtiğini, dinlediği müziği bilmek, aslında bizim eksik parçalarımıza kavuşmamız demektir. Zamanla dünya vatandaşlığı, bu yeni müşterek kültür üzerinde şekillenecektir. Gezdikçe kendimi, sınırların olmadığı, eşitlikçi, paylaşımcı, güzelliğe, sevgiye ve kendi dışımızdakine değer veren bir kültürün üyesi olarak görüyorum.
Bundan sonrası için kitaba dönüşebilecek bir rota var mı?
Şu an itibarıyla bitmiş iki rota mevcut. Onları kitap haline getiriyorum. Yayın planım, Endülüs’ü Farklı Gezmek kitabına duyulacak ilgiye bağlı. Ayrıca, diğer gezilerimde beni büyüleyen, etkileyen yerleri ayrı ayrı yazmak gibi bir niyetim var. Bu yazıları kendi web sitemde yayınlayacağım. Halen sitemde yayınlanmış olan Samyotisa, Bruxelles ve Atina isimli yazılarım, bu tarza uygun örneklerdir (www.halukinanici.com). Dedemin memleketine yaptığım yolculuğu anlattığım, Makedonya’nın şirin beldesi Kastoria yazısını ise bayramdan sonra sitemde yayınlayacağım. Kendimi orada yaşayan bir sakin olarak gördüğüm, şehirlerim diyebileceğim Paris, Roma ve Floransa ile ilgili ise özel yazı taslakları kafamda dolaşıyor. Ancak onların henüz zamanı var.