Bağımlılığın Karmaşık Yapısı
Bağımlılık, insan davranışlarının en karmaşık ve tartışmalı konularından biridir. Neden bazı insanlar belirli alışkanlıkları kolaylıkla geliştirebilirken, diğerleri bu davranışlara karşı daha dayanıklıdır? Amerikan Uyuşturucu Bağımlılığı Enstitüsü’nden halk sağlığı danışmanı Maureen Boyle, bağımlılığın biyolojik, psikolojik ve sosyal bir bozukluk olduğunu belirtiyor. Genetik yapı, nöro-biyolojik etmenler ve sosyal ilişkiler bağımlılığın oluşumunda kritik bir rol oynamaktadır. Bağımlılığa yaklaşım, diyabet, kanser ve kalp hastalıkları gibi diğer kronik hastalıklar gibi önlenebilir ve tedavi edilebilir bir durum olarak değerlendirilmelidir.
Dopamine Bağlı Bağımlılık Mekanizması
Bağımlılık süreci her bireyde farklı yollar izlese de, temel mekanizma büyük ölçüde aynıdır. Örneğin, bir kişi uyuşturucu kullanmaya, ya ailesinin ya da arkadaşlarının etkisiyle ya da merak nedeniyle başlayabilir. Ne olursa olsun, bu davranış beyindeki dopamin adlı kimyasalla ilişkilidir. Dopamin, beyindeki ödül sistemini etkileyen ve hayatta kalmak için gerekli olan yemek yeme, cinsellik gibi temel dürtüleri harekete geçiren önemli bir moleküldür.
Kişi, keyif verici bir etkinlikte bulunduğunda veya bir başarı elde ettiğinde bu ödül sistemi devreye girer ve birey kendini iyi hisseder. Ancak burada sorun, uyuşturucuların bu sistemi doğal yollarla uyarılmaktan çok daha etkili bir şekilde harekete geçirmesidir. Uyuşturucuların beyindeki dopamin seviyesine etki etme yöntemleri çeşitlilik gösterir. Örneğin, esrar ve eroin gibi maddeler benzer kimyasal bileşenleri taklit ederken, amfetamin ve kokain gibi maddeler dopaminin etkisini uzatır. Uyuşturucunun beyne etki etme süresi ve sinir yollarına olan etkisi, bağımlılığın derecesinde kritik bir rol oynar. Kullanım yolları, yani uyuşturucunun enjekte edilmesi veya buruna çekilmesi gibi faktörler de etkinliği artırır. Bu nedenle uzmanlar, eroinin bağımlılık yapma potansiyelinin son derece yüksek olduğunu belirtmektedir.
Bağımlı kişi, bağımlılık yaratan maddeyi kullanmaya devam ettikçe, beyin bu duruma alışır ve kendini uyum sağlar. Uyuşturucu kullanımının sürmesi durumunda, dalgalanan dopamin seviyelerini normal hale getirmek için birey kendi doğal dopamin üretimini azaltır ve beyindeki dopaminin uyardığı bölgelere ait reseptörlerin sayısını düşürür. Sonuç olarak, bağımlı kişi dopamin seviyesini “normale” getirmek için daha fazla uyuşturucu kullanmaya başlar; bu duruma tolerans denir.
Dahası, dopaminin beyinde yarattığı olumlu duygular yok olduğunda, yani birey uyuşturucu kullanmadığında, kişi kendini daha mutsuz, depresif, sinirli ve gergin hissedebilir. Bazen de uyuşturucu yoksunluğu nedeniyle kendini hasta ve güçsüz hissedebilir.
Tedavi Sürecindeki Engeller
Bağımlılık tedavisinin önündeki en büyük engellerden biri, dopaminin bellekle olan sıkı ilişkisini oluşturmaktadır. Dopamin salgılandığında, bu durum belleğe kazınır ve uzun süre orada kalır. Örneğin, yıllar önce alkol aldığınız bir arkadaşınızı tekrar gördüğünüzde, aniden alkole dair bir istek uyanabilir. Dolayısıyla, bağımlılık tedavisini başarıyla tamamlamış olsanız bile, içinde bulunduğunuz çevre eski alışkanlıklarınızı hatırlatabilir.
Beyin görüntüleme çalışmaları, bağımlılığın beyinde önemli değişikliklere yol açtığını göstermektedir. Alkol, kokain veya morfin türevleri gibi maddeleri kullanan kişilerin prefrontal kortekslerindeki nöronlarda ciddi azalmalar gözlemlenmektedir. Bu durum, karar verme mekanizmasını etkiler ve dürtü kontrolünü zorlaştırır.
Bağımlılıkta Risk Faktörleri
Bazı bireylerin bağımlılığa daha yatkın olduğu bir gerçektir. Örneğin, sigara içen bazı insanlar hemen bağımlı olurken, bazıları bu durumu yaşamaz. Ameliyat sonrası herkes morfin bağımlısı olmuyor; tıpkı kumar oynayan herkesin bağımlı olmadığı gibi. Uzmanlar, bağımlılık sürecine çok sayıda faktörün etki ettiğini belirtmekte; bunların başında genetik yatkınlık, sosyal destek ağlarının yetersizliği, yaşanan travmalar ve diğer ruhsal sorunlar gelmektedir.
Ancak bağımlılık riskinin en önemli belirleyicilerinden biri de yaştır. 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 18-30 yaş arasındaki tedavi programlarına başvuran bağımlıların büyük bir kısmının 17 yaşında veya daha gençken madde kullanmaya başladığı görülmüştür. Uzmanlar, bağımlılık riskinin yalnızca genetik faktörlere dayanarak hesaplanamayacağını; bağımlılığın son derece karmaşık bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle, bağımlılığın önüne geçebilmek için gençlerin korunması ve gerekli sosyal, psikolojik profesyonel desteğin sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Kaynak: Herkese Bilim Teknoloji