Atatürk ve Eğitim Vizyonu
Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele döneminde milletimizin gösterdiği azmi ve kararlılığı, sadece silahlarla değil, aynı zamanda bilgi ve eğitimle de sürdüreceğine olan inancını, Maarif Kongresi’nde yaptığı tarihi konuşmasıyla ortaya koymuştur. Atatürk, öğretmenlerin, milletin geleceğini şekillendirme konusundaki kutsal görevlerinin son derece önemli olduğunu; her türlü zorluğa rağmen bu yolda sarsılmaz bir kararlılıkla ilerleyeceklerinden asla kuşku duymadığını vurgulamıştır. Öğretmenlerin, yeni kuşaklara sanat ve bilim alanında rehberlik ederek, onları aydın bir geleceğe yönlendirmelerinin hayati önemde olduğunu ifade etmiştir.
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Eğitim Reformları
Atatürk’ün Maarif Kongresi’nde yaptığı konuşmanın etkileri, Cumhuriyetin ilk yıllarında belirgin bir şekilde hissedilmiştir. Bu dönemde, öğretmenlik mesleğine verilen değer, Mustafa Necati’nin Milli Eğitim Bakanı, Nafi Atıf Kansu’nun ise müsteşar olarak görev yaptığı süreçte doruğa ulaşmıştır. Öğretmenlerin protokoldeki yeri, valilerin yanı olarak belirlenmiş; özlük hakları genişletilmiş ve kadın öğretmenlere saygısızlık eden yöneticiler ciddi şekilde eleştirilmiştir. Harf Devrimi’nin gerçekleştirildiği bu dönemde Millet Mektepleri kurulmuş ve bu gelişmeler, Köy Enstitüleri felsefesinin yeşermesi için uygun bir zemin hazırlamıştır.
Köy Enstitüleri’nin Eğitimdeki Rolü
Köy Enstitüleri, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde, bilimin ışığında, pratik yaşamla iç içe, uygulamaya dayalı bir öğretmen eğitimi hedeflemiştir. Bu sistem, Cumhuriyetin büyük devrimlerini ülkenin dört bir yanına taşıyan; yalnızca çocukları değil, geniş halk kitlelerini eğiten, aydınlanmaya öncülük eden, eleştirel düşünme becerileri kazandıran ve toplumsal yaşama kalite katan öğretmenlerin yetişmesine zemin hazırlamıştır. Köy Enstitülü öğretmenler, Cumhuriyet’in köydeki temsilcileri ve Atatürk Devrimleri’nin uygulayıcıları olarak, Anadolu insanının insan onuruna yakışır bir yaşam hakkına kavuşması için öğrenen, öğreten, üreten ve mücadele eden liderler olarak eğitim tarihimizde derin izler bırakmışlardır.
Köy Enstitüleri Sonrası Dönem
Ancak, bu mücadele, feodal yapıların devlet ve köylü üzerindeki etkisini zayıflatmış; bu durumu bir tehdit olarak gören feodal çevrelerin baskıları sonucunda Köy Enstitüleri kapatılmıştır. İzleyen yıllarda öğretmenlik, herkesin yapabileceği bir meslek olarak algılanmaya başlanmış; yedek subay öğretmenlik, mektupla öğretmen yetiştirme ve hızlandırılmış programlarla öğretmen yetiştirme gibi uygulamalarla öğretmenlik, bilimsel kimliğinden ve toplumsal hedeflerinden hızla uzaklaştırılmıştır. 1982 yılından itibaren öğretmen yetiştiren programlar üniversitelerin bünyesine alınsa da, öğretmen yetiştirmede nitelik sorunu giderek artmıştır.
Cumhuriyetimizin 100. Yılı ve Eğitimdeki Sorunlar
2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), yirmi yılı aşkın süredir uyguladığı eğitim politikaları ile eğitimde birliği ve laikliği esas alan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu adeta yok saymıştır. Eğitim üzerindeki din etkisi artmış, devletin eğitim kurumları üzerindeki denetimi ve kontrolü zayıflamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmayan çok sayıda kurum, kuruluş, dernek ya da vakıf gibi yapılar, eğitim verme adına çocuklarımızı, öğretmen olmayan kişilerin kontrolüne bırakmıştır. Son yirmi yılda bir taraftan eğitim fakültelerinin sayısı hızla artırılırken, diğer fakültelerin mezunları için geniş çapta pedagojik formasyon programları düzenlenmiştir.
Öğretmen yetiştirme politikasının eksikliği ve plansızlık sonucunda, ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı bir milyona ulaşırken, ihtiyaç ve istihdam arasındaki uçurum pek çok sosyal sorunu da beraberinde getirmiştir. Öğretmenlik, “herkesi öğretmen yapma” yaklaşımıyla itibarsızlaşmaya başlamış; kadrolu, sözleşmeli ve ücretli öğretmen ayrımı mesleğin niteliklerini erozyona uğratmıştır. Öğretmenlik Meslek Kanunu, öğretmenlik mesleğini güçlendirmek bir yana, ciddi sorunlara yol açmıştır. Kariyer basamakları sınavı kapsamında öğretmenler, derleme niteliğinde olan tek bir kitaptan sorumlu tutulmuş; sınavda ilkokul düzeyinde soruların yöneltilmesi, öğretmenliğin itibarını daha da zedelemiştir. Öğretmenlerin özlük haklarında ve maaşlarında mesleğin gerekliliklerine ve sorumluluklarına uygun bir iyileştirme sağlanmamıştır. Özetle, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında öğretmenlerimizin sahip olduğu toplumsal sorumluluk ve sosyal statüden, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında söz edemiyor olmak, oldukça acı bir gerçektir.