ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından yayımlanan bir rapor, emekli büyükelçi Uluç Özülker’in de belirttiği gibi, 2030 yılı itibarıyla Çin’in askeri gücünün ABD ile eşit seviyeye geleceğini öngörüyor. Bu durum, yarın ikinci kez ABD başkanlık koltuğuna oturacak olan Donald Trump’ın stratejik planlamalarında Çin’i öncelikli hedef haline getirmesine neden oluyor. Ancak, dünya genelindeki diğer gerilimli bölgelerde Trump’tan hangi hamlelerin geleceği merak konusu. Örneğin, önceki başkanlık döneminde Grönland’ı satın almak istediğini ifade eden Trump, şimdi de ekonomik güvenliği gerekçe göstererek, Grönland’da kontrolü sağlamak amacıyla ekonomik veya askeri güç kullanma ihtimalinden vazgeçmeyeceğini belirtiyor.
Trump, bir yandan İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte 2025’i ‘İran yılı’ olarak ilan etti. Ekonomi, uluslararası ilişkiler ve dış politikalar konularında uzman isimlerle, Trump’ın başkanlığında izleyeceği yolun Çin’den Ukrayna’ya, İran’dan Ortadoğu’ya kadar dünyayı nasıl etkileyeceğini değerlendirdik.
Rusya ve ABD’nin Stratejik İlişkileri
Uluç Özülker, emekli büyükelçi
-
Ukrayna, Biden yönetimi için kritik bir önem taşıyordu. Biden, Rusya’yı cezalandırmayı ve devreden çıkarmayı hedefliyor. Trump ise Rusya ile farklı bir yaklaşım sergileyerek, ‘Benim Rusya’yla böyle bir mücadelem yoktur. Rusya-Ukrayna Savaşı, iki boyutta aleyhimize çalışır’ dedi. Bu boyutlardan ilki, Ukrayna’ya yardım etme gerekliliğidir. Trump, Ukrayna’nın mücadelesini sürdürebilmesi için gereken yardımları yaptığını vurguladı ve bu meseleyi barışçıl bir şekilde ele almak istediğini belirtti.
-
Rusya, kâğıttan bir dev olarak nitelendirilebilir; büyük bir güç olmasa da dünyada 9 nükleer silah sahibi ülke var. Bu ülkeler arasında ABD ile Rusya’nın payı yüzde 90’a yaklaşıyor. Eğer Rusya bu silahları kullanmayı düşünürse, dünya için büyük bir yıkım olur. Bu nedenle, Rusya ile ABD’nin doğrudan karşı karşıya gelip savaşması pek olası görünmüyor. Örneğin, Suriye’de iki ülke, birbirlerinin etkisini sınırlamaya çalışarak dikkatli davranıyorlar.
-
Putin, uzlaşmaya istekli fakat teslim olmaya niyeti yok. İki ülke arasında bir yakınlaşma sağlanabileceği ve savaşın sona erdirilmesi konusunda adımlar atılabileceği düşünülüyor. Trump’ın iki ülkenin arasını bulma çabası, Ukrayna’nın daha fazla taviz vermesi gerektiği yönünde olabilir.
Grönland ve Ekonomik Güvenlik
Sinan Ülgen, Ekonomi ve Dış Politikalar Araştırma Merkezi (EDAM) Direktörü
-
Amerika gibi uluslararası sistem üzerinde çok taraflı kuralların oluşmasına katkı sağlamış bir ülkenin, bir NATO üyesinin (Grönland) egemen toprakları hakkında yaptığı açıklamalar oldukça şaşırtıcı. Trump’ın bu açıklamalarını eyleme dönüştürüp dönüştürmeyeceği belirsiz. Ancak, bu tür bir yaklaşımın kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Eğer ABD, zorlayıcı yollarla veya ekonomik yaptırımlarla böyle bir baskı kurmaya çalışırsa, bu durum diğer ülkelerin de benzer mütecaviz hareketlerini meşrulaştırabilir.
-
Amerika, Çin’i uzun vadede stratejik rakip olarak görmesi nedeniyle, sadece askeri değil, ekonomik alanda da bir rekabete girdiğini gösteriyor. Bu bağlamda, hem kendi dayanıklılığını artırmak hem de Çin’in elde ettiği kazanımlara karşı set çekmek istiyor. Grönland, uluslararası gemi trafiği açısından kritik bir konumda. Büyük güçler rekabetinin yeni bir safhaya gireceği düşünülüyor.
-
İklim değişikliği ile birlikte, Kuzey Kutbu’na yakın coğrafyanın önemi artıyor. Çin, kritik hammaddelerin (lityum, nikel, bakır gibi) üretiminde büyük bir pazar payına sahip. Bu hammaddeler, kuantum teknolojisi ve yeşil dönüşüm açısından büyük bir öneme sahip.
Çin ile İlişkiler ve Tayvan
Gülru Gezer, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Dış Politika Program Direktörü
-
Trump’ın ikinci başkanlığında, ABD ile ticaretini azaltmaya çalışan ve Asya-Pasifik ile Latin Amerika gibi yeni pazarlar arayan bir Çin ile karşı karşıyayız. Eğer Trump, gümrük tarifelerini artırma yönünde bir politika izlerse, Çin’in daha önceki dönemlere göre ABD’ye karşı daha dayanıklı olacağı söylenebilir.
-
Trump, geleneksel kuralların dışına çıkarak, ‘çok iyi bir ilişkisi’ olduğunu iddia ettiği Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i 20 Ocak’taki yemin törenine davet etti. Ancak, aynı zamanda Dışişleri Bakanı adayı Marco Rubio gibi, Çin karşıtı kişileri ekibine dahil etti. Bu durum, ABD-Çin ilişkilerinde iniş-çıkışların olabileceğini gösteriyor.
-
Trump, ilk döneminde Tayvan’a silah satışlarını artırarak destek vermişti. Seçim kampanyasında, Tayvan’ın savunulması için ABD’ye ödeme yapması gerektiğini belirtmiş ve Tayvan’ı, ABD’nin yarıiletkenler ticaretini tehdit eden bir ülke olarak suçlamıştı. Tayvan’ın, Trump’ın ikinci dönemine karşı tedirgin olduğu ve bir bekle-gör politikası izlediği görülüyor.
Ortadoğu ve İran Politikası
Doç. Dr. Deniz Tansi, Uluslararası Politika Akademisi Genel Koordinatörü
-
Trump’ın önceliği Çin olsa da, bu durum Ortadoğu ile ilişkilerden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Suriye’den çekilme konusunda henüz net bir açıklama yapmadı. Gazze’de bir ateşkes süreci gündemde. İlk başkanlık döneminde Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı olarak tanımıştı. Aynı zamanda Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etti.
-
Önümüzdeki dönemde dikkat çeken konu, yarım kalan Batı Şeria’nın ilhakı meselesidir. Bu konuda bir karar alınabilir. Trump ve Netanyahu’nun 2025’i İran yılı ilan etmeleri, İran’a karşı olası saldırı veya yeni bir savaş senaryosunun gündeme gelebileceğini işaret ediyor. Netanyahu’nun, Trump ile birlikte İran’a yönelik bir rejim değişikliği konusunda adımlar atma ihtimali bulunuyor.
-
Amerika ile İsrail arasındaki stratejik ortaklık her zaman devam edecektir; ancak Trump ile Netanyahu arasında özel bir ilişki modeli mevcut. Netanyahu, İran’dan gelen tehditleri azalttığı için rahatlarken, Gazze’de bir ateşkes imzalanması durumunda, aşırı adımlar atma gereği duymayabilir.
-
İsrail için olumlu bir gelişme, Suudi Arabistan ile olan ilişkilerin resmi olarak tanınması olabilir. Bu durum, Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerin de daha da güçlenmesine yardımcı olabilir.