Geceleri Gökyüzüne Bakmanın Büyüsü
Geceleri gökyüzüne bakmayı sevenler, bu dönemde oldukça sıra dışı ve etkileyici olaylara tanıklık ediyor. Güneş Sistemi’nin altı gezegeni – Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün – havanın açık olduğu gecelerde gökyüzünde rahatlıkla görülebiliyor. Şubat ayı sonlarına doğru, bu altı gezegene Neptün de eklenecek. 28 Şubat gecesi, yedi gezegen birden Dünya’dan gözlemlenebilir hale gelecek. Bu gözlemin sunduğu görüntü, sadece görsel bir şölen değil; aynı zamanda gezegenlerin dizilimi, Güneş Sistemi üzerindeki etkileri ve Dünya’nın bu sistemdeki konumunu anlamak için bilim insanlarına önemli ipuçları sunuyor.
Gezegenlerin Geçit Töreni
Güneş Sistemi’ndeki sekiz büyük gezegen, Güneş’in etrafındaki yörüngelerinde aynı düzlemde hareket ederken, her birinin hızı farklıdır. Örneğin, Güneş’e en yakın gezegen olan Merkür, yörüngesini 88 günde tamamlarken, Dünya’nın yılı 365 gün sürerken, Neptün’ün yörüngesi yaklaşık 165 Dünya yılı yani 60.190 gün sürmektedir. Bu farklı dönüş hızları, gezegenlerin Güneş’in aynı tarafında sıralanmasına neden olabiliyor. Eğer yörüngeler doğru bir şekilde hizalanırsa, birden fazla gezegeni aynı anda gökyüzünde izlemek mümkün hale geliyor. Nadir de olsa, tüm gezegenlerin ekliptik boyunca hizalanması, benzersiz manzaralar ortaya çıkarıyor. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn, çıplak gözle görülebilecek kadar parlakken, Uranüs ve Neptün’ü görebilmek için dürbün veya teleskop kullanmak gerekiyor.
‘Gezegenlerin geçit töreni’ dün gece ABD’nin North Carolina eyaletinde böyle görüntülendi.
Ocak ve Şubat aylarında bu olayın farklı şekillerde gerçekleşeceğine tanıklık edeceğiz. Ancak gezegenler, gökyüzünde bir çizgi halinde değil, bir yay şeklinde gözlemlenecek. Bu dönemde, havanın açık olduğu gecelerde Merkür hariç tüm gezegenler görülebilir durumda olacak. 28 Şubat günü, hava koşulları elverirse, yedi gezegenin tamamı Dünya’dan gözlemlenebilecek ve gökyüzü meraklılarına eşsiz manzaralar sunacak.
İngiltere’deki Fifth Star Laboratuvarları’ndan astronom Jenifer Millard, “Gezegenleri kendi gözünüzle görmek, gerçekten özel bir deneyim. Google’da bu gezegenlerin çok daha etkileyici görüntülerini bulabilirsiniz, ama kendi gözlerinizle baktığınızda, milyonlarca hatta milyarlarca kilometre mesafeden gelen fotonlar doğrudan retinanıza çarpıyor,” şeklinde ifade etti.
Dünya Üzerindeki Etkileri
Gezegenlerin bu şekilde izlenmesi büyüleyici bir deneyim sunuyor. Ancak, bu dizilişlerin Dünya üzerinde herhangi bir etkisi var mı? Millard, “Gezegenlerin yörüngelerinde bu konumlara gelmesi tamamen bir tesadüf,” dedi. Bazı bilim insanları, gezegenlerin dizilişinin Dünya üzerindeki bazı olaylara neden olduğunu iddia etse de, bu görüşlerin bilimsel dayanakları genellikle zayıf ya da yok denecek kadar azdır.
Öte yandan, bazı araştırmacılar, gezegenlerin diziliminin Güneş üzerindeki etkileri olabileceğini öne sürüyor. Güneş’in aktivitesinin zirveye çıktığı (şu anda içinde bulunduğumuz) solar maksimum evresi ile en zayıf olduğu solar minimum evresi arasında 11 yıllık bir döngü bulunmaktadır. 2019 yılında yapılan bir çalışmada, gezegenlerin dizilişinin Güneş’in aktiviteleri üzerinde bir etkisi olabileceği öne sürüldü. Almanya’daki Helmholtz-Zentrum Dresden-Rossendorf araştırma merkezinden fizikçi Frank Stefani, Venüs, Dünya ve Jüpiter’in çekim güçlerinin bir araya gelmesinin, bu döngünün temelini oluşturabileceğini belirtti.
Gezegenlerin Güneş üzerindeki çekim kuvvetleri tek başına oldukça küçük; ancak Stefani, iki ya da daha fazla gezegenin Güneş ile aynı hizaya geldiği “syzygy” durumunun yaşandığı zamanlarda, çekim kuvvetlerinin birleşerek Güneş’te Rossby dalgaları adı verilen küçük rotasyonlara yol açabileceğini ve bunun da hava olaylarını tetikleyebileceğini belirtti.
NASA, Ekim 2024’teki Güneş fırtınasını bu şekilde görüntülemişti.
Stefani, Güneş, Dünya ve Jüpiter’in hizalanmasının 11,07 yıllık solar aktivite periyotlarına yol açtığını ve bu döngünün süresinin solar maksimum/solar minimum döngüsünün süresiyle neredeyse eşit olduğunu vurguladı. Ancak bu iddiaya katılmayan bilim insanları da mevcut. Bazı araştırmacılar, solar aktivitenin yalnızca Güneş’in içindeki süreçlerle açıklanabileceğini savunuyor. Örneğin, Max Planck Güneş Sistemi Enstitüsü’nden güneş bilimci Robert Cameron, 2022’de kaleme aldığı makalede, “Gözleme dayalı deliller, gezegenlerin solar döngüye doğrudan sebep olmadığına işaret ediyor. Herhangi bir senkronizasyona dair delil bulunmuyor,” ifadelerini kullandı.
Tarihi Keşifler ve Gezegensel Hizalamaların Faydaları
Ne var ki, gezegenlerin hizalanmasının bu kadar büyük tartışmalara yol açmayan faydaları da mevcut. Örneğin, bu hizalamalar sayesinde bilimsel gözlemler yapılabiliyor ve Güneş Sistemi hakkında önemli veriler elde edilebiliyor. Güneş Sistemi’nin dış çeperindeki gezegenlere uzay araçlarıyla ulaşmak oldukça zordur; çünkü bu gezegenler milyonlarca kilometre uzakta ve yolculuk onlarca yıl sürebilir. Ancak Jüpiter gibi konumu iyi bilinen bir gezegenin yerçekimi etkisini kullanarak uzay aracını uzaklara fırlatmak, seyahat süresini önemli ölçüde kısaltmak için bir fırsat sunuyor.
Geçmişte, NASA’nın Voyager uzay araçları bunun en iyi örneği olmuştur. 1966 yılında NASA’da çalışan bilim insanı Gary Flandro, en dıştaki dört gezegen olan Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün 1977 yılında hizalanacağını hesapladı. Flandro’nun hesaplamasına göre, bu hizalanma sayesinde bu dört gezegeni ziyaret etmek için gereken süre 30 yıldan 12 yıla düşecekti. 175 yılda bir meydana gelen bu şanslı hizalamadan faydalanan NASA, Voyager 1 ve Voyager 2’yi 1977 yılında uzaya göndererek Güneş Sistemi’nin dış bölgelerine doğru “Büyük Tur”u başlattı.
Voyager 2’nin fırlatma anı
Voyager 1, 1979’da Jüpiter’in, 1980’de ise Satürn’ün yakınından geçti; fakat Uranüs ve Neptün’den uzak durdu. Çünkü bilim insanları, Satürn’ün büyüleyici uydusu Titan’ı gözlemlemek istiyor ve bu amaca ulaşmak için sapan etkisini bozmadan hareket etmek zorundaydılar. Ancak Voyager 2, hizalanan dört gezegeni de ziyaret ederek Uranüs’e (1986) ve Neptün’e (1989) giden ilk ve tek uzay aracı unvanını elde etti.
Colorado Üniversitesi’nden astrofizikçi Fran Bagenal, “Harika sonuçlara ulaşıldı,” dedi. Bagenal, aynı zamanda Voyager bilim ekibinin bir üyesi olarak şunları ekledi: “Eğer Voyager 2, 1980’de vazgeçmiş olsaydı, Neptün’e ulaşmamız 2010 yılını bulacaktı. Bu durumda, gerekli desteği alamazdık. Kim böyle bir projeye finansman sağlar ki?”
Evrenin Uzak Köşelerine Erişimin Anahtarı
Gezegenlerin hizalanması, sadece Güneş Sistemi içinde faydalı değil. Gökbilimciler, bu hizalamalardan faydalanarak evrenin farklı unsurlarını araştırma fırsatı buluyor, Güneş dışındaki diğer yıldızların yörüngesinde dolanan dış gezegenleri keşfediyorlar. Bu gezegenleri keşfetmenin en yaygın yolu, transit metodu olarak bilinir. Bir dış gezegen, bir yıldızın önünden geçerken, yıldızın ışığının parlaklığı azalır. Bu durum, bilim insanlarının gezegenin büyüklüğü ve yörüngesi hakkında sonuçlar çıkarmasını sağlar.
Bu metod sayesinde birçok yıldızın yörüngesinde bulunan gezegenler keşfedilmiştir. Örneğin, Dünya’dan 40 ışık yılı uzaklıkta bulunan kırmızı cüce yıldız Trappist-1’in yörüngesinde, Dünya büyüklüğünde yedi gezegen olduğu transit metodu ile anlaşılmıştır. Dahası, o sistemdeki gezegenlerin birbirleriyle rezonans içinde olduğu da gözlemlenmiştir. Rezonans, en dıştaki gezegenin 2 turunu tamamladığı sürede, ikinci sıradaki gezegenin 3 turunu tamamlaması anlamına gelir. Bu düzen, içeri doğru gelindikçe 4 tur, 6 tur şeklinde devam eder. Ancak, Güneş Sistemi’nde böyle bir rezonans bulunmadığından, gezegenlerin düz bir çizgide hizalanması da mümkün olmamaktadır.
Avrupa Uzay Ajansı’na ait bu illüstrasyon, TRAPPIST-1 b gezegeninin olası görünümünü yansıtmaktadır.
Transitleri kullanarak, bu gezegenlerin atmosferlerine dair bilgi sahibi olabiliyoruz. California Teknoloji Enstitüsü bünyesinde bulunan NASA Dış Gezegen Bilimi Enstitüsü’nden gökbilimci Jessie Christiansen, “Atmosferi olan bir gezegenin bir yıldızın önünden geçmesi durumunda, yıldızın ışığı gezegenin atmosferinden geçer. Bu da gezegenin atmosferindeki moleküllerin ve atomların ışığı belli dalga boylarında emmesine yol açar,” dedi. Bu yöntem sayesinde karbondioksit ve oksijen gibi gazların varlığı ve yoğunluğu tespit edilebiliyor. Christiansen, “Atmosferik kompozisyon analizlerimizin büyük bir çoğunluğunu bu tür hizalamalara borçluyuz,” şeklinde ekledi.
Uzaylılar ve Dünya’ya Bakış Açısı
Öte yandan, galaksilerin hizalanması, evrenin çok daha uzak köşelerine dair bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Evrenin ilk zamanlarındaki galaksileri gözlemlemek oldukça zordur; çünkü bu galaksiler hem çok zayıf hem de çok uzaktadır. Ancak büyük bir galaksi veya galaksiler kümesi, Dünya ile uzaktaki galaksinin arasında geçtiğinde, çekim kuvveti sayesinde uzaktaki nesnenin ışığı adeta bir mercek altındaymışçasına büyür ve gözlemlenebilir hale gelir.
Christiansen, James Webb Uzay Teleskopu gibi büyük teleskopların bu büyük hizalamaları kullanarak uzaklardaki yıldızları ya da Dünya’dan en uzaktaki yıldız olan Earendel gibi galaksileri gözlemlediğini belirtti. Ayrıca, hizalamaların Dünya dışı varlıkların araştırılması gibi daha yeni uygulamaları da mevcut. 2024 yılında Pennsylvania State Üniversitesi’nden lisansüstü öğrencisi Nick Tusay, Trappist-1 sistemindeki gezegenler arasında gönderilen iletişim sinyallerinin izlerini aramak için hizalamalardan faydalanmanın bir yolunu buldu.
Tusay, “İki gezegenin hizalandığı herhangi bir zaman ilginç sonuçlara ulaşılabilir,” diyerek açıklamada bulundu. Tusay’ın çalışması kısa süreli olsa da, Güneş Sistemi’ne dışarıdan bakan bir medeniyetin de hizalamaları aynı amaçla kullanabileceği ihtimali göz önünde bulunduruluyor. Bu ay yaşanacak olan gezegenlerin geçit töreni, bakış açınıza bağlı olarak (doğru açıdan baktığınızda herhangi iki gezegenin hizalandığını söyleyebilirsiniz) evrenin diğer ucunda izleyen birilerinin olduğu hayalini güçlendiriyor. Tusay, “Belki de başka bir yabancı medeniyet, bunu kendi araştırmalarını yapmak için bir fırsat olarak görebilir,” şeklinde ifade etti.
Bu bilgi, BBC’nin “Seven planets are lining up in the sky next month. This is what it really means” başlıklı haberinden derlenmiştir.