Aileler, çocukları üstün zekâ tanısı aldıktan sonra genellikle yoğun ve karmaşık duygular yaşarlar. Başlangıçta bir mutluluk ve gurur hissi, ardından şaşkınlık ve heyecan gelir. Ancak daha sonra, çocuğun en iyi geleceğini nasıl sağlayacakları, bu durumu nasıl yönetecekleri ve hangi adımları atacakları konusunda endişeler başlar. Bu süreçte, çocuklarının potansiyelini en iyi şekilde değerlendirmek isteyen aileler, sıkça belirsizlikle karşılaşırlar.
Öğretmenler, genellikle sınıflarında üstün zekâlı çocuk bulundurmak istemezler. Bunun temelinde, üstün zekâlı çocukları tanıma ve yönetme konusundaki bilgi eksiklikleri yatmaktadır. Toplumda ise üstün zekâ ile ilgili genel bir algı mevcuttur; bu algı, erken yaşlarda karmaşık matematik ve fizik problemlerini çözebilen, anında dört basamaklı sayıları çarparken adeta bir makine gibi çalışan, yaşıtlarından çok daha olgun ve yaratıcı düşüncelere sahip olan minik bilim insanları imajını çizmektedir.
NEDİR BU ÜSTÜN ZEKÂ?
Üstün zekâ kavramı, zekâ testleri ile belirlenen bir bilişsel düzey durumudur. Bu düzey, çocuğun yaşıtlarının yüzde 98’inden daha ileri olduğunu gösterir. Ancak bu tanım, çocuğun sosyal gelişimi, mizaç özellikleri, hayalleri ya da ahlaki değerleri hakkında bilgi vermez. Yalnızca bilişsel düzeydeki farklılıkları tespit eder. Ülkemizde, uluslararası ve ulusal zekâ testleri ile ölçülen zekâ, her test için farklı referans aralıklarına göre değerlendirilir. Örneğin, bir çocuğun test sonucu yalnızca “110 ya da 125” olarak belirtildiğinde, bu sayının ne anlama geldiği, testin referans aralığı bilinmeden değerlendirilemez.
Üstün zekâlı çocuklar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Özel Eğitim Rehberlik Genel Müdürlüğü tarafından belirlenen, farklılaştırılmış eğitime ihtiyaç duyan dört grup arasında yer alır. Görme engelli, işitsel engelli ve zihinsel engelli çocuklar (özel gereksinimli çocuklar) ile birlikte, üstün zekâlılar (özel yetenekli bireyler) özel eğitim başlığı altında değerlendirilir. Ancak, üstün zekâlı çocuklar, kendilerine tanınan imkânların kısıtlılığından, okul sayılarının azlığından ve toplumda bu bireyler hakkında var olan önyargılardan dolayı en dezavantajlı gruplardan biri olarak kabul edilebilir.
YORGUN VE ÇARESİZ
Üstün zekâlı bireyler, genellikle mükemmeliyetçi yapıları sebebiyle kendilerini çıkmaz bir döngüde, yorgun ve çaresiz hissedebilirler. Başarısızlıkla başa çıkmakta zorlansalar da, kendilerine koydukları yüksek hedefler nedeniyle başaramadıklarında “değersizlik” duygusu yaşayabilirler. Bu duygunun üstesinden gelmek, yetişkinlik döneminde bile oldukça zor olabilir. Ayrıca, üstün zekâlı çocuklar, duyusal hassasiyetleri nedeniyle de anlaşılmamışlık hissi yaşayabilirler. Yüksek seslere ve yoğun kokulara karşı duyarlıdırlar; kıyafet seçimlerinde de oldukça seçici davranırlar. Bu durumlar, takıntı veya uyumsuzluk olarak değerlendirilmemelidir.
Hayal güçleri oldukça güçlüdür ve yaratıcılıkları son derece etkileyicidir. Fantastik filmler, hikâyeler, anime ve animasyonlar gibi görsel medyaya ilgi duyarlar. Bilişsel düzeyde yaşıtlarının ilerisinde olmalarına rağmen, duygusal anlamda yüksek hassasiyetleri ile duygularını yoğun bir şekilde yaşarlar. Bu durum, asenkron gelişim olarak adlandırılır. Üstün zekâlı bir gencin, “Hayatım boyunca yetişkinler için çocuk, yaşıtlarım arasında ise yetişkin gibi kaldım” ifadesi, bu asenkron gelişimi vurgular.
ARKADAŞ ÖZLEMİ
Bu durumun doğal bir sonucu olarak, üstün zekâlı çocuklar, arkadaşları ile iletişim kurarken kabul ve adaptasyon sorunları yaşayabilirler. Çoğu zaman en çok özlem duydukları şey, anlam katan bir “arkadaş”tır. Bu özelliklerine ek olarak, her yerde ve her koşulda adalet arayışları da, üstün zekâlı çocukların hayatını daha da karmaşık hale getirir. Ülkemizde, dezavantajlı ve destek arayan üstün zekâlı bireyler için koşullar oldukça zordur. Bunun temel nedenlerinden biri, ailelerin çocuklarından beklentilerinin artmasıdır. Ancak, üstün zekâlı çocuklar, kendilerine uygun olmayan eğitim süreçlerine (normal müfredat) dahil edildiklerinde ve desteklenmesi gereken özellikleri göz ardı edildiğinde, akademik başarıyı temel gösterge olarak gördüklerinde büyük zorluklar yaşarlar.
Farklılaştırılmış eğitim alan çocukların, her iki kurumda nasıl farklı hissettiklerine ve davrandıklarına dair yapılan değerlendirmelerde bu zorluklar açıkça görülmektedir. Tarama süreçleri ile öğrenci alan ve farklılaştırılmış eğitim imkânı sunan tek kamu kurumu, Bilim Sanat Eğitim Merkezleri (BİLSEM)dir. BİLSEM’ler, ilkokul döneminden lise son sınıfa kadar eğitim vermektedir. 2021 yılından itibaren taramaya girecek çocukların sayısına %20 kota getirilmesi ve seçimlerin üstün zekâ kavramına uzak öğretmenler tarafından yapılması, bu alanda sıkıntılara yol açmaktadır. Çünkü, üstün zekâ kimi zaman problem ve öğrenme güçlüğü gibi görünen, uyumsuz ve düzen bozan davranışların arkasında kalan bir durumdur.
FARKLILAŞTIRILMIŞ EĞİTİM
ARGEM, özel yetenekli öğrenciler için açılmış ilk resmi ayrı okuldur. Öğrencilerin tamamı okulda yatılı olarak eğitim almaktadır. Okulun öğrenci seçimi, BİLSEM’lerden yapılmaktadır. Ayrıca, üstün zekâlılara yönelik çok az sayıda özel okul bulunmakta ve bu okullar kendi bünyelerinde açtıkları üstün zekâlılar sınıfları ile hizmet vermektedir. Bunun yanı sıra, özel kurumlar tarafından düzenlenen yaz ve kış okulları, kamplar gibi etkinlikler de mevcuttur.
Sonuç olarak, üstün zekâ, her dönem dikkatle ele alınması gereken bir konu olmasına rağmen, özellikle 2000’li yıllardan sonra sosyolojik dinamiklerin etkisiyle ailelerin gıpta ettikleri, olması için çabaladıkları, desteklenmesi gereken bir farklılık ve dezavantaj olmaktan ziyade bir övünç kaynağı olarak algılanmaya başlamıştır. Bu durum, öğretmenler ve eğitim süreçlerindeki diğer bileşenler için de geçerlidir. Kapatılmamış olsaydı, ülkemiz ve toplumu nasıl bir konumda olurdu sorusunu sormadan geçemeyeceğimiz en önemli alan çalışmalardan biri olan Köy Enstitüleri modeli, üstün zekâlı ve yetenekli öğrenciler için en uygun modelleme olarak görülebilir. Yaşayarak öğrenme, toplumsal gelişim ve fayda temelli olan bu model, dünyada eğitim alanında iyi örnek olarak gösterilen eğitim süreçleri ile benzerlikler taşımaktadır ve Cumhuriyet döneminin en güçlü projelerinden biri olarak değerlendirilmektedir.