Alzheimer: Bir Savunma Mekanizması mı?
Hepimizin, hem kendi adımıza hem de çevremiz adına en korktuğu hastalıklardan biri Alzheimer. Gerçekten de yakın ya da uzak çevremizde gördüğümüzde ciddi şekilde üzüldüğümüz, bazen acıma duygularımızı kabartan bir hastalık. Ama ya bu hastalık, en azından başlangıç aşamasında, aslında bir hastalık değilse ve bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkıyorsa? Ya da belki de bir savunma mekanizması olarak başlayıp sonra kontrolden çıkıyorsa? Elbette bunu bilimsel olarak savunacak bir donanımım yok, ama bu düşünceler kafamda bir yerlerde dönüp duruyor. “Nereden geldi bu düşünce?” derseniz, kısaca anlatayım…
Özlem Var Belli
Bindiğim belediye otobüsünde genelde sabahları çok sayıda yaşlı insanla karşılaşıyorum. Semtin demografik yapısı gereği çoğu da eski İstanbullu. Ve bu yaşlı amca ve teyzelerin yüzleri genelde hiç gülmüyor. Hatta bazılarında bir öfke seziyorsunuz. Sanki hepsi bir şeylere özlem duyuyor. Eski İstanbul’a, eski dostlarına, eski yaşamlarına… Ama artık o özlem duydukları günlere erişmeleri mümkün değil. Ne İstanbul onların İstanbul’u, ne de etraftaki insanlar onların tanıdığı, bildiği kişiler. Kim bilir, bu imkânsız özlem ruhlarını ve zihinlerini nasıl yoruyordur? Nasıl bir umutsuzluk, nasıl bir karamsarlık yaratıyordur psikolojilerinde.
Elbette ki bu imkânsız özlemleri sadece İstanbul’un yaşlılarıyla sınırlı tutamayız. İnsanlar yaşlandıkça, hayatın bu korkunç hızında, hayatta olmalarına rağmen yaşamlarını kaybediyorlar. Ve belki de bir gün bu imkânsız özlem, imkânlı hale geliyor. Bir anda onlarca yıl geriye, kendi yaşamlarına dönüyorlar. Hiç gelmeyecek olsalar da annelerinin, babalarının, kaybettikleri akrabalarının ve arkadaşlarının gelmesini umutla beklemeye başlıyorlar.
Mutlu Zamana Dönüş
Gerçekliklerini yitirseler bile, bildikleri yaşamlara geri dönüyorlar. Sanal bir dünyada belki de daha mutlu oluyorlar. Beyin öyle koruyucu bir organ ki, sona yaklaşan insanı korumak ve sona mutlu erişmesini sağlamak için kendinden fedakârlık edebiliyor. Zamanın normal akışındaki gerçekliğe kapılarını kapatıyor ve yelken açıyor mutlu zamanlara doğru. Biz “sağlığı yerindekiler” gerçekliğin içinde olsak da, artık zamanın çoğunu sanal bir dünyada geçirdiğimizin farkında bile değiliz. Onların farkında olmadığı sanal bir hayat, bize göre çok daha samimi bir gerçeklik olmuş olabilir mi?